1- Prisoner of Azkaban

2.5K 174 189
                                    

Birinin içeri girdiğini belirten zilin sesi tüm dükkanda yankılandığında Bayan Rosmerta girenin kim olduğuna bile bakmadan şakıdı. "Günaydın!" Remus gülerek başını salladı. "Sana da günaydın Rosmerta."

Kadın birden kaşlarını çattı fakat ardından kendini toparladı. Kolları tamamen kolilerle doluydu. "Yardım ister misin?" diye sordu kibarlıkla. Rosmerta koliyi büyük bir masanın üzerine bıraktı. "Sağol ama hallediyorum, Lupin." Koliden şişeleri çıkardı ve kucağına doldurup tezgaha ilerledi. Remus da bu arada uzun tabureye oturmuştu.

Kadın tezgahın arkasına geçti ve eğilip kucağındaki büyük şişeleri yerleştirdi. Birden kalktı ve Lupin'e baktı. "Her zamankinden, değil mi?" Başını salladı Lupin sessizce. Rosmerta tekrar eğildi ve bir şişe çıkarıp ayağa kalktı. Raflara ilerledi. Remus ise ritim tutarak tezgaha vuruyordu.

"Söylesene..." diye mırıldandı Rosmerta Remus'a dönmeden. "... bugün gelecek postasını okudun mu?"

"Hayır." dedi Remus kaşlarını çatarak. "Önemli bir şey mi var?" Rosmerta Kaymakbirasını hazırlamış bir halde Remus'a döndü ve büyük bardağı ona doğru ittirdi. Ardından omuz silkip konuştu. "Oh hayır. Sadece merak ettim, bugün hiç elime geçmedi."

Rosmerta hala dükkanla uğraşıyor bir yandan da göz ucuyla Remus'u izliyordu. Yaşına göre oldukça güzel bir kadındı Rosmerta. Gülerek Remus'a baktı. "Buraya ilk geldiğinde, Hogwarts'da öğrenciydin." Remus gülümseyerek ona baktı.

"Mezun olalı çok olmadı Rosmerta." Kadının kaşları muzipçe havaya kalktı. "Çok olmadı mı? Neredeyse on yıl geçti, Remus. Ah, dördünüzün birden bu taburelere oturduğu zamanı hatırlıyorum."

Remus'un gülümsemesi yüzünden hızlıca silindi. Dördümüzün, diye düşündü. Geriye bir tek o kalmıştı. Hepsi onu yalnız bırakıp gitmişlerdi ve Remus yastığa başını koyduğu her gece bunu düşünüyordu, işin daha da kötü tarafı, eğer iyi bir gün geçirmiyorsa gözlerini yumduğu her an aklındaki tek düşünce buydu. Bu hale nasıl geldiği.

Eğer arkadaşlıkları bozulursa, bunun hep kendisi yüzünden olacağını düşünmüştü, bu düşünceden bütünü bütününe korkmuştu.

Kimsenin aklına kaymakbirası içerken şakalaşan dört çocuktan geriye iki ölünün ve bir katilin kalacağını düşünen olmazdı.

Tabii birde Remus. Zihnindeki sesleri susturmaya çalışan, neredeyse her an belki de hiç işlemediği günahların acısını çeken, benliğini yitirmeye başlamış Remus.

Hayatı darmadağın olmuştu. Bir felaketti, tam anlamıyla felaket.

Remus bardağa uzandı ve büyük bir yudum alıp tekrar tezgaha bıraktı. "Güzel günlerdi." diye mırıldandı sessizce. Rosmerta'nın sesli iç çekişini duydu.

Ardından içeri biri girdi ve zil sesi küçük dükkanda yankılandı. "Günaydın Rosmerta!" Gelen orta yaşlı bir büyücüydü ve elinde gazetesi vardı. Adam başını kaldırdığında Remus'la göz göze geldi ve hızlıca bakışlarını ondan uzaklaştırıp bir masaya oturdu.

Remus bu bakışlara alışıktı, bu bakışların beraberinde getirdiği duygulara da öyle. Önündeki bardağa baktı ve alayla güldü.

"Günaydın Edward." dedi Rosmerta sıradan bir sesle. "Bu saatte pek uğramazdın." Adam hızlıca başını salladı. "Biliyorum, biliyorum. Ama gelecek postasını okuduktan sonra öğrendiklerimi sindirebilmem için bir yere oturmam gerekti."

Remus merak etti ama soramazdı değil mi? Sonuçta adamın ondan pek haz etmediği her halinden belliydi. Sessiz kaldı ve Rosmerta'nın sormasını umdu.

"Ne gördüğünü tahmin edebiliyorum." dedi Rosmerta sessizce. Remus'un bakışları hızlıca Rosmerta'yı buldu. Daha birkaç dakika önce gazetenin eline geçmediğini söylemişti.

"Azkabandan kaçmış, bu mümkün mü? Orada tonlarca önlem var, biliyorsun." Rosmerta başını yerden kaldırmadan şişelerle uğraşmaya devam etti. Sanki Remus'a utancından bakamıyor gibiydi ama Remus bunu önemsemeyecek kadar merak içindeydi. Kimden bahsediyorlardı?

"Onun en sadık hizmetkarı kim-olduğunu-bilirsin-sen'in." Remus'un eli hızlıca bardağına sarıldı. Bu gerçek olabilir miydi, duydukları imkansız gibiydi. Belki de rüya görüyordu. Kurumuş dudaklarını yaladı.

Bahsettikleri yer Azkabandı ve bahsettikleri kişi.. Remus onu çok yakından tanıyordu.

"Edward, belki de bunları daha sonra konuşmalıyızdır." dedi Rosmerta sakin bir sesle.

Fakat Edward umursamadı.
Sesini yükseltti ve devam etti.

"Oradan kaçmak için yardım aldığını düşünüyorlar, Sirius Black'in." Remus bardağını daha da sıktı. Elinde patlayacak gibi hissediyordu. Duydukları gerçekten doğru muydu? Sirius Black, her zaman en yakını ve dörtlü arkadaşlığın asıl katili... Edward alayla güldü ve devam etti.

"Belki de bir kurt adam yardım etmiştir."

Remus duydukları üzerine beynine nükseden hayali bir krampla gözlerini yumdu ve hızlıca ayaklanıp Edward'a yöneldi. Kontrolünü kaybetmiş gibiydi, sanki birisi onun yıllardır dokunmaya korktuğu yarasına tuz basmıştı. Rosmerta bir çığlık eşliğinde yanlarına fırladı. Gerisi mi? Merlin aşkına, gerisi anlatılmayacak kadar karışık ve hızlıydı...

••
Evet birkaç not bırakıp geçeyim. Öncelikle hikaye Sirius'un kaçışıyla başlıyor evet ama Azkabanda 12 yıl değil 8 yıl beklemiş olacak. Tabii birkaç değişiklik daha var örneğin Tonks'un yaşı gibi. Daha büyük olacak. Bunun dışında ek bir şey olursa belirtirim AMAN AMAN HADİ WOLFSTARLI GÜNLER DİLERİM

Tell the Wolves I'm Home | wolfstar. *askıda*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin