[X]-7

309 45 4
                                    

Piknik.

Eğlenmiyordum, eğlenemiyordum.

Ilık rüzgar karşımdan estikçe ve göğsümdeki kabuk tutmuş yaralar rüzgarın etkisiyle sızladıkça, eğlenebileceğim düşüncesini aklımdan siliyordum. Normalde ailemle vakit geçirdiğimizde üzüntülerimden uzaklaşmam ve onlara yakın hissetmem az da olsa kolaylaşırdı. Ancak o an bana hiçbir şey onlara gülümsemekten daha zor gelmiyordu çünkü günün ilk kavgasını henüz piknik yolundayken yapmıştık, gün boyu onlara ve gülümseyen yüzlerine ayak uydurmayı reddedecektim.

Oturduğum piknik sandalyesinde geriye doğru yaslandım, bedenimi biraz aşağı kaydırıp başımı geriye attım ve gözlerimi kapattım. Ağaç gölgesinde, kuş cıvıltıları eşliğinde, ailemden birkaç metre uzakta halimden memnundum.

Saatler sonra etrafta gezinmeye karar verdiğimde ve ailemin bulunduğu bölgeden uzaklaştığımda, görmek isteyeceğim belki de son kişi ile karşılaştım.

Seungyoun.

Arkadaşlarıyla birlikte oturdukları piknik örtüsünün üstü, şaşılacak derecede sağlıklı yiyeceklerle doluydu.

Birkaç adım geriledim, arkamda herhangi bir ağaç olup olmadığını görmek için omzumun üstünden geriye doğru baktım. Neyse ki yakınlarda ağaç yoktu, koşmaya başladığımda çarpabileceğim bir engel yoktu.

Geriye doğru yalnızca bir adım daha atmıştım ki, Seungyoun'un gözleri benimkilerle buluştu. Şaşkınlıkla oturduğu yerden kalktı, uzun süre yüzüme baktı. Sanki karşısında duran kişinin gerçekten ben olduğumu kendi kendine kanıtlamak ister gibiydi.

Bağırdım. "Yaklaşma Seungyoun!"

Hareketlendiğini gördüğüm anda gerisingeri hızla koşmaya başladım. Onunla konuşmak, beni yeniden onunla birlikte olmaya ikna etmesine izin vermek istemiyordum. Zaten ikna edilmeye fazlasıyla müsaittim. Ondan sonsuza dek kaçamayacağımı bilsem de en azından vakit kazanabilir, böylece bir şekilde kendimde onu reddetme cesaretini bulabilirdim.

Uzun süren koşuşumun ardından adımlarımı aniden durdurdum. Çünkü ormanın girilmesi yasak bölümüne ulaşmıştım, boyumu geçen tellerle önüm kapatılmıştı. Koştuğum süre boyunca ilk kez arkama bakmayı denediğimde ve Seungyoun'un gerçekten de bana doğru yaklaşmakta olduğunu gördüğümde tellerin uzandığı yön boyunca koşmaya devam ettim.

Daha önce mutlaka birileri bu telleri aşmayı denemiş olmalıydı.

Tellerde, geçebileceğim herhangi bir aralık veya kopukluk aradım. Aradığım aralığı bulduğumda ise Seungyoun'un bana ne kadar yaklaşmış olduğunu görerek, bir an bile düşünmeden tellerin arasındaki boşluktan geçtim ve asla sonu gelmeyecek gibi gözüken ormanda koşmaya devam ettim.

Sonunda havanın kararmaya başladığını fark ettiğimde, bacaklarım yorulduğunda ve Seungyoun'un artık peşimden gelmediğini anladığımda durup etrafıma bakınmaya tenezzül ettim. Etrafta tek bir insan bile yoktu, nerede olduğumu anlayabilmemi sağlayacak tek bir iz bile yoktu. Kaybolmuştum.

Jooheon'un varlığını bile hissedemiyordum.

Gövdesi kalın olan ağaçlardan birine yaklaştım ve oturup sırtımı o ağaca yasladım, soluklandım.

Hava tamamen kararana dek, aileme ve evime daha kolay ulaşmanın bir yolunu düşündüm. Ancak harekete geçmekten korktuğum için bütün yollardan vazgeçiyor, sonuç olarak defalarca kez dualarımla Jooheon'a ulaşmaya çalışıyordum.

Jooheon, belki de Seungyoun'dan sonra güvenmem gereken son kişiydi. Ancak Jooheon'un ortaya çıktığı sıralarda o kadar yalnızdım ki, ona güvenmekten ve benimle uğraşmasına izin vermekten başka şansım yoktu. Aksi taktirde yalnızlıktan kafayı yer, Jooheon'a gerek kalmadan zaten kendi canıma kıyardım. Jooheon, bunu yapmama bir şekilde engel olmuştu.

Saatler süren bekleyişimin sonunda onun varlığını hissettiğimde merakla seslendim. "Jooheon?"

Hızlıca ayağa kalktım. Etrafıma bakındım, çevrede gezinmeye başladım. Ancak her yer oldukça ıssızdı, kocaman ormanda en ufak hayvan sesi bile duyulmuyordu. Kimse yoktu, yapayalnızdım.

Hislerimin doğruluğundan şüphe etmeye başladığım sırada uzaktan yaklaşmakta olan silüeti gördüm. İlk başta onun Seungyoun olabileceğini düşünerek geriledim, onunla karşılaşmaktansa ormanın çok daha derinlerine doğru kaçmayı yeğlerdim.

Gelen kişinin Jooheon olduğunu anladığımda ise rahatlayarak derin bir nefes aldım. Jooheon hiçbir şey söylemeden adımlarının hızını arttırdı ve bana ulaştığı anda kollarını bana sıkıca sardı. Hareketsizce ne yaptığını anlamaya çalışırken, hala bir yerlerden Seungoyun'un çıkmasından korkuyordum.

"Herkes kafayı yemek üzereydi, aptal. Senin yüzünden insanlara yalan söylemek zorunda kaldım."

Gergince mırıldandım. "Bir an seni Seungyoun sandım."

Duyduklarının üzerine Jooheon omuzlarımdan sıkıca tutarak beni kendinden ayırdı ve yüzüme en korkunç ifadesi ile baktı. "Issız bir ormanda kaybolursan akıllanırsın diye düşünmüştüm. Seni burada tek başına bırakmam bir saniyemi almaz, gideyim mi, ne dersin?"

"Hayır, hayır!" Elimi hızlıca uzattım ve üstündeki beyaz tişörtü sıkıca kavradım. Yeniden yalnız kalmaya dayanamazdım.

Güldü.

angel: lee jooheonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin