6: birikmiş okyanus kenarında kucağının

632 81 62
                                    

Noah Gundersen - Family

Lütfedip bana oturacak bir yer gösteriyor, çok sevgili başkanım.

Kendisini pek sevmesem de -aslında sevip sevmediğimden bir türlü emin olamasam da demek daha doğru olur- John Lennon'un tüm kalbimle katıldığım bir sözü var; Lennon, "Hayat, biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir," demiş, ve o kadar haklı ki, kendisine beslediğim tüm antipatiyi bir yana bırakıp onu alkışlamak istiyorum.

Sahiden de hayat son hızda ilerleyen bir tren, şöyle bir dönüp hayatımın inanılmaz derecede keyifli geçen yirmi iki senesine göz gezdirdikten sonra söyleyebilirim bunu, çünkü ben ne zaman bir şeyi planlayıp kafamda kursam, tak, tam tersi gelip beni bulmuş. Hep, bulmuş ama. 

Mesela, Gün Batımı Tiradı'nı yazar olma gayesiyle mi yayınladım ben? Evet, elbette ki yazarak derdimi anlatmakta iyiydim ve yazmak rahat olduğum bir şeydi, ancak bir oyun yayınlayıp ünlü olayım, devamı gelsin, ben şunu dört kitaplık bir seri yapayım, gibi düşüncelerim olmadı hiç. O an öyle gerekti, yazdım, kendi ismimi de kullanmadım çünkü hayatımla onu omuzlamak gibi bir gayem yoktu. Evet, kötü mü oldu diye sorarsın adama, asla kötü oldu diyemem ben, o oyun sayesinde bir vakıf kurdum ve kurduğum o vakıfla pek çok aileye umut oldum, olduk, doğrudur bu. Ama planladığım bu değildi, ben kendi köşemde oturup editör olup kitap düzenleyecektim, üzerine birkaç dil ekleyip çevirmenlik yapma hayallerim vardı, şanslıysam tiyatro yakamı bırakmazdı, ben sıkı sıkı tutmazdım ipin ucunu belki ama o benden ayrılmak istemeyebilirdi, yine belki. 

Ya da Kim Jongin'in  kolları arasında uyuyakaldığım gece, o partiye giderken belli düşünceleri salmıştım artık, planlamayı bırakmıştım, Jongin'i unutmuştum kendi çapımda, sonra ne olmuştu? DAM, ben, Kim Jongin'le yan yana, omuz omuza, gül dudakları beş santim ötemde uyanmıştım. 

Bu sebeple, şimdi şu rahatsız sandalyeye pek değerli popom konuşlanmış, önümde hala daha afallamış ifadeleriyle bana bakmakta olan adamlarla karşı karşıya durduğum için çok şaşırdığımı söyleyemeyeceğim. Bekliyor muydum? Asla, nasıl hayal edebilirdim ki böyle bir şeyi, ancak başımdan öyle uyduruk hadiseler geçmişti ki artık hiçbir şeye 'aaa' layasım gelmiyordu. 

İçimde gelmiyor, içim geçti içim.

Giderek Nini'ye benziyorum sanırım. Analiz yeteneğim gelişiyor mu ne?

"Kamera nerede, el sallayacağım."Jongdae sessizliği bozan şanslı adam oluyor ve sahiden de çenesini havaya dikip var olmayan bir kamerayı bulmaya çalışıyor. Rahatsızca kıpırdanıyorum. Bu kadar şaşkın görünmeleri beni biraz incitiyor. 

Minseok benimle beraber kapıdan içeri sızıvermiş kediciği okşamakla meşgul, asla suratıma bakmıyor, herkes kelimelerini yutmuş sanki. Kim Junmyeon'un bir kadeh viskiye gözlerini diktiğini görüyorum.

"Baozi sizin demek..."Sessizliği kırmak istiyorum, konuşmazsam gerginlikten bir kenara yığılacakmış gibi hissediyorum. Minseok başını kaldırıyor, parlak koyu mavi bir gömlek var üzerinde. Ellerini kediciğin yumuşak tüyleri arasında gezdiriyor. Baozi'nin biraz Luhan'ı anımsattığını düşünebilirim aslında, derdini anlarmış gibi bakıyor insanın suratına. Böyle söylemem sana anlamsız görünüyorsa kusura bakma, ben sadece hayvanları bebeklerden farklı göremeyen bir çocuğum.

Minseok bana gülümsüyor ve ben biraz rahatlıyorum. O anda, aslında onları hal kırıklığına uğratmış olmaktan çekindiğimin farkına varıyorum. Kendime bu insanların umrumda olmadığını sürekli olarak tekrarlayıp dururken bile onların memnuniyeti ile derecelendirilecek bir onay algısını üzerime oturtmuşum meğer. Bu yüzden, Minseok bana sahtelikten uzak, safi samimiyet dolu bir ifadeyle gülümsediğinde rahatlıyorum. O kadar da kötü olmaz belki, deyip kendimi avutmayı her ne kadar çok istesem ve yapım gereği gerçekliği bir kenara itmeye epey meyilli olsam da, kendime bir söz vermiş bulunduğum hiçin bu durumdan kaçamayacağım. Kendime kabulleneceğim dedim, kendime sahip çıkacağım. 

gözyaşlarımız bitti mi sandın [sekai]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin