11: ben evimin yolunu bulamıyormuş'um meğer

617 68 85
                                    

Diane- The Strumbellas

Öylece duruyorum.

Aklıma Haru'mun sevdiği Lana Del Rey sunbaenim düşüyor, uzanıp yatağına, çilekli bandanası başında, summertime sadness dinlediğimiz yaz akşamı, düşüveriyor işte kuyruğundan gayrı yıldızdan hallice, içimi öldürüyor.

Eğer ki ciğerim bir balon olsaydı ve her geçen günüyle birlikte bahşedilmiş ömrümün, silik silik boşalsaydı hava içinden balonumun, bomboş, büzüşmüş bir plastikten hallice olurdu zannediyorum. Ellerimde dindiremediğim bir titreme, önümde yarısı boşalmış altılı miller, parmaklarımın elbet ulaşabileceği bir mesafede bir çakmak ve elimin altında iki sarma sigara.

Gün ortasında, kulaklarımda Lana sunbaenim aşkını eğer dersen ki o aşk, sesli dillendirirken hisle, ben feri sönmüş gözlerim ve içtenlikle bastırmaya yeltendiğim ve beceriksizlikle geri döndüğüm kirli hislerim; bir yırtıcının avı olmak üzere olan bir tavşan misali, ölü taklidi yapıyoruz.

Kaçmak çok kolay. Kaçmak o kadar kolay ve ben kolayı o kadar sevmiyorum, saygı duymuyorum ki şimdi durmuş, bu kokuşmuş çatı katında tanrının unuttuğu bu kokuşmuş çatı katında kanıma karışmış alkolle gerçeklikten kaçmaya çalışıyorum ya, kendimden tiksiniyorum, hiç de yavaş olmayan bir hızla.

Ölmedim. Yemin ederim hiç ölmedim, ilki bu canımın nefese kavuştuğu, ilk ömrü biliyorum. Tazeyim, hala daha toyum ve hisle doluyum, çok hisle doluyum baş edemediğim ama deniyordum. Çok çabaladım, ayakta dikilmeye, yardımı reddetmeye, sevgiden, sevilmekten kaçmaya, özümü tavada eritip özveri dediğim soğanla kavurmaya çok çabaladım ama bokumda boğuluyorum, dostum.

Bana senin anlayacağını söylemişti.

Bana o yargılamaz, çok sik tutmuş, sik bırakmış, sikine takmamış ve başka sik içeren pek çok cümle söyledi- akan sümüğümü yadırgama, bir mental breakdown yaşıyoruz şurada bre adam- anlat ona dedi, söyle ona, yaz, çiz, yolla dedi. Kusuruma bakma. Başını ağrıtıyorum ya, bana değil ona çığır, bana değil ona bağır, yok, istemiyorsan da açık açık söyle.

Canım öyle çok yanıyor ki yüksek sesle söylemeye korkuyorum.

Yığılmışım, çıkmaya çalışmışım hastahaneden kapının dibine yığılı kalmışım. İki saniye, iki saniye kapanmış gözlerim, zihnim açık ve uyanık, nefesim keskin boğazımı yakıyor, gözlerimi kapatmışım, sarı saçlı, upuzun sapsarı saçlı bir ingiliz kızının mavi gözlerine açmışım.

Ağıt yakmak istemiyorum. Ağıt yakarsam acımın geçmeyeceğini de biliyorum. Korkuyorum, çok korkuyorum, tufan ana vatanımı yıkıp geçmiş de yek bir sandalla kimsesizliğin ortasında bilinmeze dalmış gibi korkuyorum.

Böyle, ciğerim midir dalağım mı adı nedir onun, göğsümün hemen üstü, gırtlağımın azıcık altı; yanıyor, şişmiş yanıyor, oksijen giriyor da yakıyor, durmuş, hava ulaşamıyor içeri.

Gözlerimi masmavi gözlere açmışım, gözümün değdiği mavilikten daha berrak ve saf. Upuzun saçlar, ağlayacağım, saçları sırma sarısı ve ucun, öpesim geliyor, okşayasım geliyor saçlarını. Sonra gidiyor. Açıyorum gözlerimi.

O iki buçuk saniyede bir hikaye anlatıyor bana.

Nina'yla tanıştığımda on bir yaşındaydı. Nina'yla tanıştığımda, avcum Haru'mun avcunda o hastahane koridorunda sağa sapmıştık, korkuyorduk bilinmeze adım attığımızdan, avcumda kardeşimin ince eli vardı. Johnny'le oturup konuşmuştuk, biz o koridora girmeden haftalar önce, tartışmıştık, vakfı açalı pek süre olmamıştı, ben; kanı her zaman yüksek debiden akmış ben, fevri tavırlarımla her zamanki ben-idim. Konuşmuştuk ve ben yüreğimi dökmüştüm, o zaman da hiç param yoktu ama hiç, her şeyimizi ortaya dökmüştük, yüreğimizi. Söylemek istediğim bir şey var önce, hani bastırdığın içine sigara külü gibi ne varsa birer birer gün yüzüne çıktığında, yeri geldiğinde uğruna ağlamadığın her çizik sızlatır ya seni, öyleyim ben şimdi.

gözyaşlarımız bitti mi sandın [sekai]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin