Dört saat otuz beş dakika süren yolculuğun ardından nihayetinde Londra'ya varmıştım. Yolculuğum sırasında düşünmeye o kadar fırsatım olmuştu ki. Hayatımı babamın kurmasına izin vermeyecektim, her ne pahasına olursa olsun kendi ideallerim için yaşayacaktım ve er ya da geç başaracaktım. En azından buna inanıyordum, belki de inanmak istiyordum. Hayatım da elimde olan en büyük gücün inanç olduğunu biliyordum. Beni ben yapan inancımdı. İnandığım her ne olursa olsun körü körüne bağlanır ve onun için savaşırdım. İmkansız diye bir şeyin olmadığına sadece zor olanın ki zor olanın da sadece zaman aldığına inanırdım. Nitekim babamın zoruyla değil de kendi seçtiğim meslekte bu yöndeydi. İşin kötü yanı bunu babamın bilmemesiydi. Londra'ya sadece babaannemi ondan nefret eden babaannemi 'nedenini hiç bir zaman söylemediyse de' ziyarete geldiğimi sanmasıydı. İzmir'de onun bana uygun gördüğü okulu ve bölümü okuduğumu sanmasaydı. Oysa ben kendi yolumu, kendi isteklerimi o bilmeden çizmiştim. Çizdiğim yola seçtiğim mesleğe aşıktım. Yer yüzünde yardıma ihtiyacı olan sadece bir insan dahi kalsa ona yardım etmek için ben hazır bekliyor olacaktım daima. Elimin yetebildiği kadar insana yardım edecek ve gün geçtikte bunu çoğaltacaktım. İnsanları iyi etmek ve mutlu etmek için elimden geleni yapacaktım. Yaşamak o kadar güzel bir şey ki bunu ihtiyacı olan herkese gösterecektim. Yaşamı ve yaşamayı öylesine çok seviyordum ki. Bir kuşun gök yüzünde kanat çırpışlarını, bir martının suyun üzerin de gidişini, insanların hayat telaşına kapılıp koşuşturmalarını ve daha bir çok şeyi seyredip mutlu oluyordum. Hayatta en güzel şeyin sağlık olduğuna inanıyordum. Çıkmaza girdiğim zaman sadece, gözlerimi kapatıyordum ve 'Asi gözlerin olmadığı zaman ne yapabiliyorsun' diyordum. Kulaklarımı kapatıyordum 'Asi duymadan ne hissedebiliyorsun' diyordum ve hastaneler de sadece bir ilik için yıllarca sırada bekleyen insanları hatta kanser hastalarını düşünüyordum. Hayatın her şeye rağmen yaşamaya değer olduğunu düşünüp kendime içinde bulunduğum sorunların bu sorunlar yanında o kadar ufak olduğunu hatırlatıp mutlu olmaya bakıyordum. İşte bu yüzden ben her zaman yaşamak için ve babama karşın çabalıyordum.Her zaman fikirlerimi eyleme dönüştürme kararındaydım. Bir şey eğer yapılacaksa o olacaktı, yarını beklemez ve ertelemezdim. Bazen Asi'liğim tutuyordu işte her insan gibi. Benim Asi'liğim dayatmalar, diktatörlük, haksızlık, insanlara bilerek acı ve zarar verilmesi gibi şeyler de tutuyordu.
Yanımda valizim olmadığı için direk okula gitmeye karar verdim. Okuldan önce tatbiki uğramam gereken bir yer vardı. Normal de bu saatte gitmezdim fakat onu çok özlediğim için hem de geldiğimi haber vermek istediğimden dolayı yanına gitmeye karar verdim.
Londra'da araba kullanmayı sevmiyordum. Trafiği çok yoğun, aşırı kalabalık ve de çok hareketli bir şehirdi. Bu şehir gece ayrı akıyor gündüz ayrı akıyordu. Kendi kalabalıklıklarından ziyada bir de turist akımı vardı. Havaalanından metroya bindim ve şehir merkezin de indim. Bugün yağmur yağmıyordu ama hava kapalıydı.
Bristol köprüsünden yukarı çıktıktan sonra Londan Eye geçtim ve iş yerimin önünde durdum. Yüksek katlı olmayan yeni restore edilmiş eski bir binaydı. Oxford Üniversitesinden sevgili Prof. Dr. İlhami Hocam'ın yanına geldim. Üniversiteye ilk başladığım sıralarda beni keşfettiğini söylerdi. Ben de her zaman farklı bir bakış açısı yakaladığını ve kalbimi sevdiğini söylerdi. Nitekim ben de onu seviyordum. Yaşı büyüktü ve sayısızca hastası yani danışanı vardı. 'Hasta kelimesini pek sevmiyorum.' Bir gün İlhami Hocam sınav sonuçlarını açıklarken bana asistanı olmam için teklifte bulundu ve ben de bu teklifi düşünmeden kabul ettim. Ondan öğrenecek çok şeyim vardı. Asistanı olduktan sonra ona sırrımdan bahsettim ve o da her zaman sırrımı sakladı, dile getirmedi. Bana hem önderlik hem de babalık yapıyordu.
Çok sık yemek yediğim için asansör kullanmayı tercih etmiyordum. Nitekim kendime göre balık etli bir kızdım, hiç bir zaman zayıf olamamıştım ki yemek yemeyi de çok seviyordum.
İlhamı Hocamın bulunduğu kata gelince kapının önünde oldukça iri, kaslı ve yapılı iki adam gördüm. Takım elbiselerinden, Bluetooth kulaklıklarından gerekse duruş pozisyonlarından onların yakın koruma olduğuna karar verdim. Tam içeri girmek istediğim sırada daha iri yarı olan, kas kütlesi adam önümde durdu. Dudaklarının yanında bıçak kesiği gibi iz vardı. Saçları kumral, sakalsız, ince dudaklı fakat oldukça gergin ve ciddiydi. Biraz ürkütücü bir tipe sahipti fakat bu benim için geçerli değildi.
-"Şuanda içeri giremezsiniz. İlhami Bey'in kesin emri var." Buz gibi sesini resmen yüzümde hissettim. Fakat bu ses tonu geri adım atmama ve beni ürkütmesine engel olamazdı.
-"Hocam yakın bir koruma tutsaydı bunu bana bildirirdi ki koruma tutacak bir adam değildir. Şimdi asistanı olduğum kliniğe girmekle beraber önümden çekilmenizi istiyorum. Aksi taktir de Londra polisi bizimle uğraşıcaktır beyler." Gözlerinin içine bakarak söyledim. Yanında ki diğer korumaya işaret ederek yolu açmasını söyledi.
Sekreter odasına yöneldim. Acilen Elizabeth'i görmem gerekirdi. Elizabeth Londra doğumuydu. ilhami Hocamın yıllardan beri sekretiri aynı zaman da eli koluydu. Yaşı onun da büyüktü. Kızıl saçları hala güzelliğini korumakla beraber ışıl ışıl beyaz bir teni vardı. Emekli olmuştu fakat hocamı bırakmak istemiyordu.
İçeri girdim. Beni gördüğü an şaşırdı ve bana sarıldı.
-"Bu ne güzel süpriz böyle. Nerden çıktın sen?" Mükemmel İngiliz aksanıyla bizden öğrendiği Türkçeyle sordu.
-"Pek olmadı geleli. Sabah yola çıktım, indim ve havaalanından direk buraya geldim. Hocamı görmek istediğim fakat kapının önün de gördüğüm korumalar canımı sıktı. Bunlardan neyin nesi böyle."
-"Korumalar içeride ki beyefendiye ait. Genç ve oldukça kudretli bir bey." Kafam karışmıştı. Hocamın yanına gelen giden herkesten haberim vardı ki bu kişiye kadar.
-"Kim bu adam? Hocamın danışanı mı?"
-"Bu konu hakkında ben de bilgiye sahip değilim. İlham Bey'in yanına gelir gider. Oldukça ciddi, soğukkanlı bir adam" hafifçe gülümseyerek "genç ve de çok yakışıklı. Gelirken ve giderken selam verir o kadar."
Bu durum iyice canımı sıkmaya başladı, hocamın benden gizlediği ve sakladığı bir şey yoktu. "Ben içeri giriyorum"
-"Asi, İlhami Bey'in kesin emri var. Görüşme bitene kadar kimseyi içeri alma dedi."
-"Benim geleciğimi bilmiyordu ki eğer bilse kimseyi alma demezdi." dedim ve kapıya vurarak gel yanıtını beklemeden içeri girdim. Asi'liğim tutmuştu yine. Sevdiğim birisi için korumacıydım. İçerde ki kişi abi gibi gördüğüm, bir baba gibi gördüğüm hocamın canını sıkıyor olabilirdi ve ben de onun yanında olmalıydım.
Açılan kapının içeriyi görmeme izin verdiği aralıktan gördüğüm manzara karşısında şok olmuştum. İçeri de ki iki adam hızla başlarını açılan kapıya doğru çevirmişlerdi. Öylesine şaşırmıştım ki karşımda gördüğüm kişiye. Bu oydu. Benim kurtarıcım, kaplan bakışlı, görevi bittikten sonra olay yerinden izlerini dahi bırakmadan ayrılan ürkütücü ve bir o kadarda çekici olan adamdı. İlk gördüğüm an elektriğine kapıldığım, farklı duygular yaşadığım, bambaşka şeyler düşünüp, hissettiğim adamdı. Bu oydu. Ares.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASi PSiKOLOĞUM!!!
RomanceHayatımda gördüğüm en gizemli tehlikeli bir o kadar da çekici bir adamdı bu. Gözlerinden görebiliyordum sırlarının olduğunu. Sanki avına yaklaşan bir kaplan gibi yürüyordu sessiz sakin dikkatli ve bir o kadar da seksi. Ben ise onun karşısında avını...