Lâl ve Karan - Altıncı Bölüm

281 20 18
                                    

Boşa çabalamanın tanımını en iyi Ursula K. Le Guin, Tehanu kitabında yapar;

"İstediğin kadar bir taşı sula, taş büyümez."

Direnseydim, baş kaldırsaydım hislerime ve hissettiklerimin kuvvetine... Ama kalbim bunu yapamadı. Karan'a karşı koyamadı.

"Bu çok yanlıştı Lâl, özür dilerim."

Bütün kuvvetimi toplayıp, yatağın kenarına doğru kaymış bedenimi Karan'a çevirdim. Titremesine engel olamadığım işaret parmağımı, tadını ilk defa aldığım dudaklarına bastırdım. Konuşmaya devam etmesine izin veremezdim. Sanki yanacak canım, akacak göz yaşım kalmamıştı... Ben bu gece gücümün, umudumun, hayallerimin dibine batmıştım. Güçlükle soludum:

"Böyle bir şey hiç yaşanmadı. Beni yalnız bırakır mısın?"

Kelimelerimin Karan'da yarattığı etkiyi görmek için yanıp tutuşuyor olmama rağmen, yüzüne bakacak cesareti kendimde bulamıyordum. Başımı, görüş açıma girmesini önlemek istercesine önüme eğmiştim. Çenemde hissettiğim eliyle, yüzümü, yüzüne çevirdi.

"Gözlerinde beliren buğunun sebebi benim Lâl. Herkese, her şeye zarar verdiğim gibi sana da zarar verdim. Sana dokunmamalıydım. Yalnız kalmana izin vere-"

Berbat haldeydim, Karan'ın günah çıkartmasına izin verecek, yüzsüzlüğüne rağmen onu iyi etmeye çabalayacak gücüm kalmamıştı. İlk defa Karan'ı görmek istemiyordum. Yükselen sesime mani olamadım, ses tonumu kontrol edebilmem mümkün değildi;

"Defol Karan! Git... Git artık, git."

Ağlıyordum. Göz yaşlarım durmuyordu. Buraya kadardı belki de, gizlemekten yorulmuştum. Aklımı yitirmek üzereydim. Sevdiğim adam, yanaklarıma süzülen göz yaşlarımı silmeye, beni kendime getirmeye çalışıyordu. Ne yaşadığıma dair en ufak bir fikri olmadığını biliyordum. Sakinleşmem için yalvaran Karan'ın yüzü, berbat haldeydi, korkuyordu fakat ben titrememi ve göz yaşlarımı dizginleyemiyordum.

Bilincim beni terk etmişti. Kontrolümü kaybetmiş haldeydim. Bu geceden sonra bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum.
Biz öpüşmüştük, biz öpüşmüştük, öpüşmüştük!

Ne istiyordum?
Karan'ı.

Derin bir nefes aldıktan sonra, aşık olduğum adamı öfkeyle kendime çektim. Titremesi gittikçe azalan kollarımı, boynuna doladım. Teni ateş kadar yakıcıydı, başımı döndürüyordu. Kendimden asla beklemediğim bir şey yaptım, şaşkın ve endişeli gözlerle bana bakan Karan'ın dudaklarını dudaklarımla örttüm.

Yanlıştı, herkese ihanet ediyordum, kendime bile. Sessiz sedasız içimde büyütüp, beslediğim bu tek taraflı, gizli sevdanın tüm masumiyetini yitirmesini göze almıştım.

Ben ailemi, memleketimi, ülkemi terk edecektim.
Bu geceden sonra bir daha Karan'ı görmeyecektim.
Tek istediğim ilk ve son kez onu hissetmekti.
Tüm geçmişimizi çöpe atmayı, Karan'ın gözünde bir daha asla aynı Lâl olamamayı göze almıştım. Utancımdan sıyrılmıştım...
Yorulmuştum belkide...
Bu gece benim zaferim değil, yenilgimdi.

Dudakları dudaklarımdaydı, ikimizde dudaklarımızı kıpırdatmıyorduk. Ben sadece bu eşsiz tadı hafızama kazımaya çalışıyordum. Güçlükle kendimi ondan kopardım;

"Çok yanlış biliyorum... Ama lütfen devam et."

Gururum, kişiliğim, Lâl Mesta! Hepsinden bir çırpıda vazgeçmiştim. Karan bir boşluğa düşmüştü ve ben o boşluğa sıkışıp kalmak istiyordum. Teni, tüm dengelerimi alt üst etmişti.

Karan'ın az önce korkuya, telaşa ve şaşkınlığa ev sahipliği yapan kömür karası gözlerini, arzuyla kuşatılmış bir bulut esir aldı. Nefes alış verişlerimin düzelmesi ve göz yaşlarımın dinmesinin payı büyüktü.

Karan beni istiyordu!
Öyle ya da böyle, istiyordu...
Dillere destan bir aşk masalının kahramanı olmamasının o an için bir önemi yoktu.
Ben razıydım. Limanımda yakacak gemi bırakmamıştım.

Zarif bir haraketle bedenimi kucaklayıp, yüz üstü bir şekilde yatağa yatırdı, kafamı incelikle yastığın üzerine koydu. Ağırlığını bana vermemek için ekstra gayret gösteriyordu, bedenini yanıma yaslayıp, bana doğru eğildi. Suskunluğu bozmadan yüzüme bakmaya devam ediyordu. Bir yandan da saçlarımı okşuyordu. Aramıza uzun bir sessizlik çöktü. Saniyeler, dakikaya, dakikalar saatlere dönüşüyordu. Gözlerini suratımdan ayırmadığı dakikalar bana öylesine uzun ve dayanılmaz geldi ki... Ona bakmak keyifliydi, eşsizdi, büyüleyiciydi. Delilikti. Ama gözlerim uykuya yenik düşmek üzereydi, esnemeye başlamıştım.
Ağlamak insanı yorgun düşürüyordu.

~

Çalan telefonumun zil sesiyle uyandım. Yağmurun şırıltısı kulaklarıma doldu. Saatime baktım, bu saate kadar uyumuş olmam mucizeydi. Güçlükle doğrulup, aynadaki yansımama baktım. Üzerimde dün geceki kıyafetlerim vardı. Geceye dair tüm anlar, teker teker gözümün önünden geçti. Bir günde, bin yaş almıştım.

~

Tek yön.
1 yolcu.
Lâl Mesta.
Kalkış; İstanbul Atatürk Havalimanı.
Varış; Paris, Fransa Charles de Gaulle Havalimanı.

Kimseyle vedalaşmadan, son bir kez sarılmadan, bir açıklama yapmadan, sırra kadem basıyordum. Sadece halamı, babamı ve Deniz Annemi, iyi olduğumu ve beni merak etmemeleri gerektiğini söylemek için arayacaktım.

Ardımda yaşlı gözler bırakmıştım, ardımda bir şehir bırakmıştım, yarım kalmış, hatta hiç başlamamış deli bir yangın bırakmıştım.

Tabii birde Karan'a iletilmesi için postaneye bir mektup...

~

Arkadaşlar üniversiteye başladım, ciddi
sağlık sorunlarıyla mücadele ettim. Haliyle hikayem yarım kalmıştı... Devam etmeye karar verdim. Bu bölümün sizi tatmin edeceğini düşünmüyorum, ama bu bir geçiş açaması. Bir sonraki bölüm Karan'ın ağzından yazılacak. Sevgiler... :)

Lâl ve KaranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin