Owen benimle konuşmuyordu. Luke ile geçirdiğimiz günün akşamı eve girdiğimden beri, beni gördüğü an ya ortadan kayboluyor, ya da ben orada yokmuşum gibi davranıyordu. Onun yıllardır doğru bildiğini, kavga gürültüyle, insanların canına okuyarak yapmasına alışmıştım; susup kabullenmek hiçbir zaman onun stili olmamıştı. Durumun böyle olmasına sevinmem gerektiğini biliyordum. Neticede Owen kimseye zarar vermiyordu, ama böyle bir kabulleniş göstermesine sevinmek de nedense hiç içimden gelmiyordu. Luke'un büyük kavgasının ertesi sabahı, okula gitmek için hazırlanırken bunu düşünüyordum. Az önce hazırlamış olduğum çantamı tek omzuma takarak odamdan çıktığımda hiçbir şey düşünmemek için kendimi zorlamaya karar verdim. İş yarayacak mıydı, orası tartışılırdı tabii.
Merdivenlere ulaşmama birkaç adım kala, hemen yan tarafımda kalan banyonun kapısı açıldı ve içeriden Owen çıktı. İfadesiz suratı beni görünce biraz olsun bile değişmedi. Normalde olsa bana laf sokmaktan çekinmeyecek olan abim, banyo kapısının önünde birkaç saniye durup gözlerimin içine baktıktan sonra hiçbir şey demeden yanımdan geçip gidiverdi.
Tanrım! Sanırım dünyanın sonu gelmişti.
Onun bu tavrından dolayı garip bir şekilde moralim bozuldu. Önemsemeyip aşağı inebilirdim, ama yapamadım. Bunun yerine geriye dönüp Owen'ın odasına girdim. O da bu sırada, aynanın karşısında saçlarını tarıyordu. İçeri girdiğimi görünce yüz hatları kasıldı, ama hiçbir şey söylemedi. En azından kapıyı çalmadığım için bir şeyler söyler sanıyordum...
"Hey," dedim dikkatini çekmeye çalışarak. Bana kısa bir bakış attı ve ilgisini hiç çekmediğimi göstermek istercesine aynadaki yansımasına geri döndü. Bir şey söylememesinin verdiği umutsuzlukla yüzümü buruşturdum. "Benimle konuşmayacak mısın?"
Bakışları aynadan ayrıldı ve yüzüme sabitlendi. "Benden ne istiyorsun, Portia?"
Omuz silktim. "Hiçbir şey. Sadece daha önce hiç bana bu şekilde davranmamıştın..."
Alayla güldü. "Çünkü daha önce hiç sana böyle davranmamı hak edecek bir şey yapmamıştın." Elindeki tarağı çalışma masasına bıraktı. "Hem böyle olmam hoşuna gitmiyor mu? Sonuçta sen kazandın, daha doğrusu siz kazandınız. Luke ile aranıza girmiyorum, sizi çoktan kendi halinize bıraktım; ama bu demek değil ki sizle eskiden nasılsam öyle olacağım."
Öyle kötü hissettim ki, buna şaşıp kaldım. Hayatımda ilk defa, sevinmem gereken bir şeye üzülmenin verdiği şaşkınlığı yaşıyordum. "Yani beni görmezden gelmeye devam edeceksin?"
"Sizi," diye düzeltti beni. "Sizi görmezden geleceğim." Ardından bana arkasını döndü. "Şimdi izin verirsen, evden çıkmadan önce yapmam gereken işler var."
Bu bariz odadan çık mesajını hemen aldım ve bir şey demeden hızla dışarı çıktım. Merdivenlere doğru ilerlerken kalbimin fazlasıyla kırıldığını hissedebiliyordum. Böyle olmaması gerekiyordu. Acaba içimde bir yerlerde Owen'ı gerçekten önemseyen, seven bir yanım vardı da o yüzden mi böyle hissediyordum?
Aşağı inip mutfağa girdim ve çantamı yere bıraktım. Annem her zamanki gibi kahvaltıyı hazırlıyordu. Tam ona günaydın diyecektim ki, yemek masasında gergin bir şekilde oturan sürpriz kişiyi görünce donup kaldım. Sürpriz kişi kim miydi? Ah, tabii ki de Luke Hemmings.
Yüzü hâlâ yaralarla doluydu. Yine de bunların hiçbiri, onun olduğundan daha az yakışıklı görünmesine sebep olmamıştı. Bakışlarımız buluştuğunda, gergin ifadesi yok oldu; yüzü hoş bir gülümsemeye aydınlandı. "Günaydın," dedi fazlasıyla kibar bir şekilde.
Aşağı inmeden önce kırılmış kalbim şaşırtıcı bir şekilde hızla tamir oldu. İçime dolan mutluluk yüzüme yansıdı ve kocaman gülümsedim. "Günaydın, Luke."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You suck at love // l.h
FanfictionPortia'nın yeni yıldan bir sürü beklentisi vardı. Yeni yıl ise, ona sürpriz yapıp, karşısına yeni yıldan asla beklemeyeceği tek şeyi, aşkı çıkardı.