final

324 44 35
                                    

"ifade edemediğim şeyler için kötü hissetmek istemiyorum." yukhei kaşlarını çattı fakat jungwoo bunu görmedi, konuşmaya devam edecek gibiydi. hemen sonra "senin de kötü hissetmeni istemiyorum." diye ekledi. bu çocuğa değer verdiğini iliklerine kadar hissediyorken ona hissettirememek bazenleri canını sıkıyordu.

yukhei kavrayışını sıkılaştırdı. saçma sapan bir belgesel izlemek için uzandıkları bu kanepede çoktan mayışıp uyku pozisyonu almışlarken jungwoo birden ciddileşmiş ve ortam fena halde gerilmişti. yukhei alışmıştı jungwoo'dan bir şeyler beklemeden onu sevmeye. bunun karşılıksız olmadığını da biliyordu; yoksa neden hala onun evinde yaşıyor olsundu ki? tamam, bazen ondan 'seni seviyorum' gibi bayat sözcükleri duymayı deli gibi istiyordu fakat bunu boş verin.

jungwoo rahatsızca kıpırdandı, sırtını yukhei'nin göğsünden ayırdı ve birkaç saniye sonra tamamen ona döndü. iki kol hala etrafındaydı fakat bu bir an için —sadece bir an— onu boğuluyormuş gibi hissettirdi. "çoğu zaman açık sözlü hatta patavatsız biri olduğumu söylüyorlar, sen de böyleydin." yukhei onun söylediklerine odaklanmaya çalışıyordu. hemen suratında hissettiği sıcak nefesi yerine kanepeden taşan vücutlarını düşündü, bu onu güldürdü. "hala öyle olduğunu düşünüyorum." diye de takıldı jungwoo'ya. onu ilk kez böyle kararsız —kıvranıyorken— görüyordu.

"asıl hissettiklerim konusunda böyle değilim. hiç olmadım. ama artık bu canımı sıkıyor; senin de sıkacak." yukhei gülmeyi kesti, artık tamamen onun sözlerine odaklıydı. kaşları da hafif çatılmıştı yeniden. "sen canımı sıkmıyorsun jungwoo, sıkmayacaksın da."

"en baştan beri bunun bilincindeyim. eğer bir gün çıkıp gitsen tek kelime diyemem, demem. sana ne veriyorum ki? biriyle ilişkini karşılıksız sürdürebilmek çok zor. biliyorsun bu duygularla ilgili. çoğu zaman seni kırıyor—"

"kes şunu." yukhei eliyle dudaklarını örttü onun. tekrar bu can sıkıcı mesele yüzeye çıktığı için sinirliydi. onu bırakıp gitmek aklının ucundan bile geçmezken jungwoo her defasında bunu dile getiriyordu. "beni sevdiğini biliyorum, bu yetiyor inan bana. sen sevgini dokunarak gösterenlerdensin. biliyorum, biliyorum." jungwoo gözlerini devirip yukhei'nin elini suratından çekti ve düşmek pahasına biraz geriledi, bedenleri tekrar iki parçaydı.

"sikeyim izin ver de konuşmamı bitireyim!"

"artık bunların içimde birikmesinden yoruldum, beni boğuyorlar. sana söylemesi kolay. üzülürsün, ağlarsın. sevinirsin, ağlarsın. bunları atarsın, atlatırsın. ama ben yapamıyorum. kırıldığımda bile tek kelime edemiyorum. deli gibi ağlamak istediğimde yalnızca burnum sızlıyor. seninle sadece bedenlerimiz birleşiyor. kalbimi de hissettirebilmek istiyorum. hepsi birikip taşacakmış gibi oluyor, tüm hissettiklerim. ama çıkamıyorlar ve içime taşıyorlar yine. bunları nereden bileceksin ki sen?" derince bir nefes bıraktı. göz ucuyla yukhei'ye baktı ve bu utanç verici —aynı zamanda rahatlatıcı— anın etkisiyle deli gibi atan kalbine indirdi bakışlarını. "ve biliyorsun, kendimden küçüklere asla ama asla güvenmezdim."

yukhei üzgünce "hayır jungwoo," dedi. "sen hiçkimseye güvenmezdin, güvenmiyorsun. hala gideceğimi düşünüyorsun."

"sadece bir gün gidersen şaşırmayacağımı söylüyorum." omuz silkti.

"iyi o zaman, şaşırma." yukhei pes edercesine gülüp kollarıyla onu tekrar yakınına çekti ve dudaklarına yaklaştı. "biliyor musun, beni öptüğün her sefer kalbini hissedebiliyorum."

dependent on youHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin