46

306 44 22
                                    

yhei

uyumak üzereydim. jungwoo boğucu kucaklamamdan daralmış bir şekilde kendini kurtarıp bir iki derin nefesten sonra bacaklarımın üzerine oturduğunda, eğilip bu sefer derince dudaklarımı öpmeye başladığında kesinlikle —huzurla— uyumak üzereydim.

sadece öpmüyordu; beni tamamen etkisi altına almıştı. parmaklarını tenimde hissediyor olmam bile başlı başına mahvoluş sebebiyken gözlerimi bile açamıyordum. santimler bile bırakmamıştı aramızda— aramız vardı. biz diye bir şey vardı ve bunu ta kalbime kadar işlemişti. sonra hafif çekildi "sakın hayatını bana göre şekillendirme." diye fısıldadı. sıcak nefesi sersemletiyorken sözcükleri içime oturuyordu. gözlerimi araladım; dik dik baktım gözlerine. yatağa girmeden önce çıkardığı gömleği yüzünden tüm dikkatim geniş omuzlarına, göğsüne ve bembeyaz açıklığa kayabilirdi; kaymadı. biliyordu. neler planladığımı biliyordu ve bundan nefret ediyordu.

"pişman olacağımı mı sanıyorsun?" ağlayabilirdim ama o kıpırdanıp geri çekildi. üzerimden kalkmaması için dizlerine ellerimi koydum.

"daha yolun başındasın yukhei, yanlış kararlar almak üzeresin."

"sikeyim neden sürekli babam gibi konuşuyorsun?" kaşlarımı çattım. hayır bu sefer ağlamak falan yoktu. yeterince aptal hallerimi sergilemiştim ona. bu gece kararlı yanımı görmeliydi.

"gerçekçi değilsin, hayal aleminde yaşıyorsun. seni kırmak istemiyorum yukhei ama ne düşünüyorsun ki? yaşlanana kadar birlikte olacağımızı falan mı? kore'de yaşıyoruz. eşcinseliz. sevgi hiçbir halta yaramıyor ve duygularına saplanıp kalarak hayatını mahvetmek üzeresin." ya da boş verin. gözyaşı bezim benimle irtibatı keseli çok olmuş.

"sana daha nasıl ispatlayabilirim?" alt dudağım titredi ve düzgün konuşamadım. aptal yukhei sahnelere dönmüştü. bana acıyordu muhtemelen. her şeyi yoluna koymuştuk ne güzel, planlarım vardı benim... üstelik bu kadar yakınken çok başka şeyler yapabilirdik fakat ben onun öğütlerini —feci can yakıcıydı— dinliyordum.

elini uzatıp yanağıma koydu ve birkaç saniye geçmedi, parmaklarının hafifçe suratımda gezindiğini hissettim. aptal yaşları siliyor ve seviyordu. sonra dank etti.

"beni sevdiğin için böyle can yakıcı konuşuyorsun. ama ailem bile bunu yapmadı. sen neden böylesin?" isyan ediyordum. beni kısıtlamayı kesmesi gerekiyordu.

"sonra pişman olmanı istemiyorum." derin bir nefes bıraktı. ben de zırlamayı kestim. burnumu çektim birkaç kere, onun dışında bir süre sessiz kaldı ortam.

"hayatımda olduğun için asla pişman olmam jungwoo!"

"büyük konuştuğunun farkındasın, değil mi?" doğrusu bunu daha önce hiç düşünmemiştim fakat birden ağzımdan çıkıvermişti işte. zaten belliydi, ben onu nasıl çıkarırdım ki hayatımdan? onun beni def etme çabalarına bile yılmadan göğüs germiştim.

"bir kere olsun düşünmeye ara verip her şeyi boş versen var ya nasıl rahatlayacaksın, bilmiyorsun." gülerek söylediğimde gözleri uzaklara daldı. bu arada oluyordu. olmadık zamanlarda bile. dalıp gidiyordu.

"eğer bunu yaparsam paramparça olmayı göze almışım demektir. bu yaştan sonra toparlanmakla uğraşamam yukhei."

"yirmi altı çok geç sayılmaz. hem, ben hep yanında olacağım; kim demiş paramparça olacaksın diye?" dizlerinde geziniyordu parmaklarım. sonra yavaş yavaş yukarı doğru adımladılar. tek isteğim rahatlamasıydı.

derin bir nefes. düz bakışları gözlerimde. ikinci bir koyveriş lazım bize; tıpkı doğum günü gecesinde olduğu gibi ama bu sefer daha güçlü.

çoktan belinde olan ellerimden güç alıyor, yavaşça tüm bedeni sürtüyor ve onu birkaç dakika önce olduğu gibi santimsiz üzerimde buluyorum. güzel kıvrılıyor. zaten bedeni ne sıska, ne de yapılı. tanrının vakit ayırdıklarından. ve o tüm vaktini bana ayırıyor.

tıpkı söylediği gibi; bu sefer öpüşmeyi ileri taşıyoruz. ve ikinci —ağır— koyverişin rahatlığıyla omzuma binen sorumlulukları göremiyorum bile.

dependent on youHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin