26

369 58 38
                                    

yhei

"evime ilk kez birini getirmiyorum." etrafa bakınıp omuz silktim. ortam çok garipti. bana sıkılmış bir şekilde bakıyorken ensemi kaşımaya başladım. ne yapmam gerektiğini biliyordum. bu her zaman olan bir şeydi. eve biri gelir, belki biraz takılır —film izler, yemek yer, geyik yapar— ve yatağa bile gitmeden koltukta işimizi hallederdik. taeyong'un da dediği gibi, hisler —yoğun olanlar— pek var olan bir şey değildi söz konusu bu tür ilişkiler olduğunda. süreklilik ütopikti. fakat her nasılsa —ben— ona sadece baktığımda bile tarifi imkansız hissediyordum. zar zor kabullendiğim bu utanç verici şeyleri ona söylemek gibi bir niyetim yoktu fakat ben jungwoo'ya fena halde düşmüştüm. bunu inkar edemem.

daldığımı omzumda hissettiğim eliyle fark ettim. "ağlamayacaksındır umarım..." diye mırıldanıp dolanmaya başladı. bozulmalıydım belki fakat onu dağınık mutfağımda tıpkı kendi evindeymiş gibi bir şeyleri kurcalar halde bulduğumda bu yerini çok başka şeylere bıraktı. aptal gibi gülüyordum. beni görünce sıkıntıyla bir nefes bıraktı ve "tecrübelerini görebilecek miyim bari?" dedi. sanki elimde ne varsa görmek ve def olup gitmek istiyordu. beni böyle hissettirmesine kızsam da aptal kalbim ses tonuyla ritmine hız katmıştı. bu hisleri lisede bırakmamış mıydım ben?

yaslandığım buzdolabımın üzerindeki magnetler sırtımı deşiyordu, jungwoo dik dik bakıyordu ve aynı zamanda buzdolabımı açıp içine saklanmak istiyordum. hem soğuk iyi gelirdi; yanıyordum.

suratımı en düz halinde tutmaya çalıştığım sıra bana yaklaştı. her hareketini dikkatle izliyordum. neden bu kadar sıkılmış görünüyordu, beni daha da geriyordu.

dudaklarını birkaç kez araladı ama hiçbir şey söylemedi. suratımda geziniyordu gözleri. her zaman en iyi şekilde gizleyebildiği hisleri mimikleri yardımıyla gün yüzüne çıkmış gibiydi. tereddütü görüyordum en baskın şekilde ama buna rağmen yaklaştı ve beni öptü. birkaç kez bunu tekrar ettikten sonra —sanki en iyi şekli bulmaya çalışıyordu— elleri de beni buldu ve öpüşmeye başladık.

deli gibi hoşlandığınız biriyle —kız veya erkek demiyorum— en küçük temasınız bile sizi nirvanaya ulaştırır. bizim bir dakikayı geçmeyen temasımız beni öldürebilirdi; ellerimi göğsüne koyup onu ittirmeseydim.

"sırtım acıdı." dedim nefes nefese. acıyan çok yerim vardı. kalbim gibi. çünkü biliyordum; birlikte olursak suratıma bakmayacaktı. tamam, teknik olarak zaten suratıma bakmıyordu fakat benimle muhatap olmayı kesecekti. istediğimin sadece bu olduğunu düşünüyor, ona olan hislerimi geçici bir heves olarak görüyordu. benim de böyle düşündüğüm olmuştu fakat bir zaman sonra bunu anlıyordunuz işte. şu an ona dokunmaya bile çekinir haldeydim. aynı zamanda dudaklarını geri istiyordum.

"tamam." dedi sadece. buruşturduğu suratı çoktan ifadesiz haline bürünmüştü. "o zaman çekil de soğuk bir şeyler alayım." buzdolabından sıyrılıp yana kaydım ve raftan zar zor temiz bardak buldum ikimize. dolapta sadece kola vardı, kola içtik. sonrası olağandı. ekstra bir şey olmadı. içten içe bana tavrı yine değişecek diye korkmam dışında. geceyarısını geçiyorken kalktı. kalmasını önersem de —olumsuz yanıt alacağımı biliyordum— yarın iş olduğunu hatırlatıp gitti.

ertesi gün işe geç kaldım.

okudukça midem bulanıyor artık yeter djdjd ve renmin bu kadar sıkmıyordu beni main şipim diye mi böyle oldu ya

dependent on youHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin