2

230 12 0
                                    

03.11.2015
Salı

Kapıya yönelip yönelmemek arasında kalmışken, kendimi kapıyı açarken buldum. Delikten bile bakmamıştım. Kapıyı açtığımda karşımda yirmili yaşlarında uzun boylu bir erkeği görmem ile bu kararımdan duyduğum pişmanlık artmıştı. Ama yine de ne diyeceğini merak ediyordum. Ben ona merakla bakarken ağzını açtı.

"Merhaba, üzgünüm rahatsız etmek istemezdim ancak yaklaşık yarım saattir buralardayım ve galiba diğer dairelerde kimse yok."

Söylediklerini aklımdaki süzgeçten geçirdiğimde doğru olabileceğini düşündüm. Burada insanların yaşadığı tek apartman burasıydı ve ben hariç diğer üç komşum şu an işte falan olmalıydı. Yani buradaki tek kişi bendim. Neden geldiğini tahmin edebildiğim adama döndüm ve konuştum.

"Bir sorun mu var?"

"Aslında öyle. Benzinim bitti ve burada mahsur kaldım. Bana edebileceğiniz her türlü yardıma muhtacım." Bitirdiğinde gözlerinin kanlandığını gördüm. Ağlamış mıydı o?

"Peki ben size nasıl yardım edebilirim? En yakın benzin istasyonu neredeyse kırk kilometre ötede. Tahmin edeceğiniz üzere içeride bir benzin deposu falan da yok." dediğimde gözlerindeki hayal kırıklığını gördüm. Söylediklerime pişman oldum desem, yalan olurdu.

"Çok haklısınız. Rahatsız ettiğim için özür dilerim." Arkasını döndüğünde ben de kapıyı kapatmak üzere harekete geçmiştim fakat ani bir hareketle bana dönmesi üzerine durdum.

"Son bir şey rica edebilir miyim?" dediğinde onaylarca kafamı salladım. Bir an önce gitmesini ve yeniden dosyalarıma gömülmeyi istiyordum. İstediğimden değil tabiî, zorunda olduğum için.

"Telefonunuzu kullanabilir miyim? Benim şarjım bitti. Belki yardım çağırabilirim."

Kafamı yeniden sallayıp içeri yönelmiştim ki aklıma cep telefonumun hattının faturasından dolayı muhtemelen kapanmış olacağı geldi. Kimse aramadığından bunun bilgisini alamamam gayet normaldi. Muhtemelen operatör şirketim bile beni unutmuştu. Arkamı döndüğüm kapıya yeniden yüzümü çevirdim ve bana beklentiyle bakan gözlere odaklandım.

"Ev telefonumu kullanabilirsiniz. İçeride." diyerek kapıyı biraz daha açtım. Hâlâ bana tereddütle bakan gözler birkaç saniye duraksasa da içeriye girmek için hamle yaptığında kapının önünden iyice çekildim. İçeri girdiğinde kapıyı arkasından kapattım ve salona doğru yürümeye başladım. Beni takip ettiğini biliyordum bu yüzden salona girer girmez arkama bakmadan telefonu işaret ettim.

"Telefon burada."

"Teşekkür ederim." dediğinde kısaca gülümsedim ama sonra hemen eski halime döndüm. Telefona yöneldiğinde onu incelemek istemiştim. Üzerinde siyah pantolon ve sarı bir kazak vardı. Hepsinin üzerinde ise kalın uzun ve siyah bir kaban. Saçları siyah ve kahküllüydü. Ve tam olarak ülkesini anlayamasam da Asyalı olduğu açık şekilde belli oluyordu. Buna rağmen akıcı İngilizcesi ile beni şaşırmadı desem, yalan olurdu tabiî. Ben onun güzel yüzünü incelerken telefonu kulağına götürüyordu. Rahatsız etmemek adına bir kaç adım geriledim. Bunu fark ettiğinde bana bakıp gülümsedi. İfademi sabit tuttum ve konuşmayı bitirmesini bekledim. En sonunda konuşmaya başladı.

"Alo, Isabel. Benim Jungkook...evet biliyorum geç kalmayacaktım a-.... sadece beni dinleyebi-... Isabel biliyoru-... Tamam çok özür dile-... ama sen beni dinlemiyorsu-... pekâlâ gelmeye çalışacağım."

Telefon konuşmasından anladığım şey, yetişmeye çalıştığı yerin bir randevu olmasıydı. Bu kadar yakışıklı bir erkeğin gidebileceği yer denilince aklıma ilk gelen bu olmuştu. Bu Isabel her kim ise, çok sinirlenmiş olmalıydı çünkü isminin Jungkook olduğunu öğrendiğim adamın konuşmasına bile izin vermemişti. Acaba gerçek hayatta da böyle mi davranıyordu diye düşünmeye başladım. Ama düşünce sürem bana seslenen adamla son buldu.

"Çok özür dilereyek soruyorum, bir görüşme daha yapabilir miyim?" az önce yeterince aşağılandığını hissettiğimden bu sefer gülerek yanıtladım onu.

"Tabi ki olur. Sorun yok."

Bana verdiği tebessüm daha solmadan telefona döndü ve başka bir numara çevirmeye başladı. Elinin hareketlerine odaklansam bile hangi numarayı aradığına bakmıyordum. Ellerinin güzelliğine hayran kalmıştım. İnce uzun parmakları vardı ve kemikleri belli oluyordu. Üzerindeki kabandan dolayı göremiyor bile olsam kollarındaki damarların gözle görülebileceğini düşünerek gözlerimi kapattım. Bu hissettiğim şey el fetişi değildi, bir takıntıydı. Elleri güzel olan bir kişi benim açımdan her yönden güzeldi. Ben onu izlerken sol elinin baş parmağını dişlerinin arasına aldığında elimi enseme götürdüm ve kafamı başka yöne çevirdim. Bu hareketimden hemen sonra konuşmaya başladı.

"Hey Jimin, ben Jungkook. Yolda mahsur kaldım.... Evet, evet ben de biliyorum ama almadım işte.... Her neyse yanıma gelebilir misin?... Buranın tam adresini bilmiyorum ama bekle bir saniye," bana döndüğünde elimde bir dakika işareti yaptım ve mutfağa doğru ilerledim. Daha önceden gelmiş bir faturayı aldım ve hızlıca yanına gittim. Faturayı eline tutuşturdum ve eski konumuma geri döndüm. Buradan onu ve ellerini izlemek dikkat çekmiyordu en azından. Faturayı elimden alınca kaşlarını çattı ve adresin olduğu köşeyi aradı. Bulduğunda kaşları eski haline döndü ve sesli şekilde okumaya başladı. Telefondaki kişi anlamış olacak ki, Jungkook telefonu memnuniyetle kapattı.

Bana döndüğünde gülümsüyordu ve "Çok teşekkür ederim. Arkadaşım birazdan gelecek."

Memnuniyetle gülümsedim ve "Rica ederim."

Kafasını kaldırıp dışarıya baktığında ben de aynısını yaptım. Kar yağmaya başlaması bu yıl içerisinde aldığım en güzel hediyeydi. Gülümsemem büyüdüğünde üzerimde bir çift göz hisettim. Gözlerin sahibine döndüğümde ise eski halimi yeniden aldım. Ya da almaya çalıştım desem daha doğru olurdu çünkü gülmeyi kessem bile tebessüm eden dudaklarıma gücüm yetmiyordu. Elimi dudaklarına götürdüm ve kapatmaya çalıştım o sırada hâlâ bana bakan Jungkook, "Ne oldu?" dedi gülümseyerek.

Tebessüm etmeyi hâlâ kesememişken onu yanıtlayıp yanıtlamamak arasında düşünürken, "Kar yağıyor. Çok severim." dedi dudaklarım benden izinsiz. Yine de pişman değildim.

Bana yeniden gülümsediğinde utançla kafamı sola çevirdim ve bakınmaya başladım. Hareketimin amacını anladığında gülmeyi kesti ve "Ben gitmeliyim. Sizi rahatsız ettim, üzgünüm." dedi. Aynı anda kapıya doğru yürümeye başladığımızda ona dönmeden "Rica ederim. Ayrıca rahatsız olmadım. Öyle olsaydı kapıyı hiç açmazdım." dedim.

Ben bunları söylerken kapıya ulaştık ve yavaşça araladım. Yanımdan geçerken kokusu burnuma dolandı. Bu kokuyu nasıl tarif ederim bilmiyorum ancak güzel bir kokuydu. Kokusunu düşünmeyi bırakıp ona odaklandığımda apartman boşluğuna çıktığını ve bana döndüğünü gördüm. Kafasını kaldırdı ve yeniden "Teşekkür ederim, iyi günler bayan O'Connor." dedi. İsmimi nereden duymuş olabileceğini düşünürken aklıma fatura geldi. Oradan okumuş olmalıydı. Cevabımı beklediğini fark edince şaşkınlıkla "İyi günler." dedim ve derince güldüm. O da aynısını yapıp arkasını döndüğünde daha fazla bekleyecek bir şey yoktu. Kapıyı kapatırken hâlâ gülümsüyordum ancak kapı tamamen kapandığında çıkan o ses ile gerçekliğe dönüp gülmeyi kestim. Artık gülmemi gerektirecek bir şey yoktu. Odama yönelip sandalyeme oturduğumda suyumdan bir yudum aldım ve önümdeki dosyaya odaklandım.

+++
İkinci bölümden hepinize merhaba! Aslında söylecek bir şeyim yok, sadece yazar notu kısmı beni heyecanlandırıyor. Yazar da ben olduğum için kendimce bir şeyler saçmalayayım dedim. Her neyse, hikaye hakkında fikirlerinizi duymak beni mutlu eder. Aklınızda bir şeyler var ise söylemekten çekinmeyin. Şimdilik hoşçakalın.
+++

Scared To Be Lonely- Jeon JungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin