04.03.2016
CumaÇalan telefonum ile dalmak üzere olduğum uykumdan sıçradım. Faturasını ödedikten sonra önceye nazaran neredeyse her gün çalıyordu ve buna alışmam biraz zor olmuştu. İlk birkaç seferde başkasına aittir diye düşünüp oralı olmamıştım ancak şu an evde yalnız olduğum varsayılırsa, çalan bu zımbırtı bana aitti.
Gözlerimi iyice açıp koltuğun yanında bulunan telefonuma yöneldim. Elime aldığımda yerimde dikleştim ve onaylama tuşuna dokunup sağa doğru kaydırdım.
"Selam El!" kulağımda cırlayan sesin sahibine bakmamıştım ama anlamak zor değildi.
"Selam Kook." dedim ona nazaran daha sakin bir tonda. Ancak ona 'Kook' diye seslendiğim için kendimce kıkırdadım.
"Sesin uykulu geliyor, uyuyor muydun yoksa? Ben mi uyandırdım?" arka arkaya soru sorma alışkanlığına karşı gülümsedim. Her zaman endişeli görünmesini sağlıyordu ve bu hoşuma gitmiyor diyemezdim.
"Uyumak üzereydim, tam olarak uyandırmış sayılmazsın." dedim yine sakin bir tonda.
"Pekâlâ, şu an yoldayım. Almamı istediğin bir şey var mı?"
Biraz düşündüm ve evime bakma fırsatı buldum. Etraf oldukça dağınıktı. Toparlayabilmek için zaman kazanmalıydım ve bunu, "Yiyecek bir şeyler alabilirsin." diyerek sağlamayı umdum.
Kısa bir kıkırtıdan sonra "Pizza aldım zaten ama başka bir şey istersen de alabilirim, şehirden çok uzaklaşmadım." dediğinde hayallerim suya düşse bile en azından on beş dakika kazanacağımı düşünerek 'sorun değil' dedim ve vedalaşma faslına geçmeyi hızlandırmak için "Buraya geldiğinde görüşürüz." dedim.
"Tamam, görüşürüz."
Telefonu kapatır kapatmaz salondaki döküntüleri hızla toparladım ve kirli sepetime yöneldim. Elimdeki kıyafetleri oraya attığımda mutfağa koştum ve kirli tabak ve bardaklarımı bulaşık makinesine yerleştirerek aceleyle makineyi çalıştırdım. En son olarak odama girip yatağımı düzelttiğimde her şeyin hazır olduğunu düşündüm ve salona yönelerek koltuğa kuruldum. Uyumadan önce açtığım belgesel kanalındaki program bitmiş, yerine bir tür bitki belgeseli başlamıştı. Televizyonu kapatmaya tenezzül etmeden düşüncelerime daldım.
'O geceden sonra ne oldu?' diye merak ediyor olabilirsiniz ancak sanırım sizi hayal kırıklığına uğratacağım. Jungkook'u öptükten sonra arabadan indim ve evime çıktım. Beni arayıp bir sorun olup olmadığını sorduğunda ise ben çoktan ağlıyordum. Ağlamamın sebebi kendimi değişmiş hissetmem olsa gerekti. Güven problemini sonuna kadar yaşıyordum ancak kapıma gelen ilk yakışıklı erkekle bir ilişkiye başlayabiliyordum. Ağladığımı duyan Jungkook, hızla evime geldi ve bana sarıldı. Çok değil, on dakika sonra ise kollarında uyuyakaldım. Sabah uyandığımda beni kahvaltıya götürdü ve her şeyin iyi olacağını söyledi. Yemin ederim, ona inanmayı çok istiyordum. Her şeyin güzel olmasına ihtiyacım vardı.
Gözümden akmaya hazırlanan bir damla yaş, kapı ziliyle aşağıya doğru bir yol izledi. Hızla yerimden kalktım ve kapıya yönelirken elimle gözyaşının yaptığı ıslak yolu temizledim. Kapıyı deliğe bakmadan açtığımda karşımdaki kişi Jungkook değildi.
"Apartman aidatlarını toplamaya geldim." dedi sarı saçlı, minik gözlü bir Asyalı. 'İngiltere'de ne çok Asyalı var' diye düşünürken bu adamı tanıdığımı fark ettim. Gelen apartman yöneticisi ve benim bir üst katımda oturan Min Yoongi'ydi. İsmini bilmemin sebebi ise, ona gelen kargoların, paketlerin hatta kızların ilk önce benim kapıma gelmesiydi. O kadar fazlaydı ki kapıma kendi ismimi kocaman yazmak zorunda kalmıştım.