22.02.2016
Pazartesiİşte burada, karşımda duruyordu. Tanrıya ettiğim onca dua kabul olmuş olacak ki, onu yeniden görme şerefine layık görülmüştüm. Güzel gülümsemesini yüzümde hissedebilecektim. Bunun verdiği mutluluk ile kahkahalarla gülmek istiyordum ama bir yanım da onun beni fark etmemesini diliyordu. Çünkü bana ne derse desin, öylece kalıyordum, terliyordum ve sonunda saçma bir cevap vermekten o kadar korkuyordum ki, kısacık cevaplar verip, geçiştiriyordum. Ama o, bu yaptıklarımdan rahatsız olmuyordu. Eğer olsaydı benimle konuşmazdı diye düşünüyordum fakat zaten iki aydır hiç konuşmadığımız aklıma geldi. Arabasına yedek benzin koyacak kadar akıllanmıştı demek ki. Çünkü neredeyse iki aydır, evime hiç gelmemişti.
Ne kadar onu izlemeyi kesmek istesem de başaramayarak aynı noktaya tepkisizce bakıyordum ama o beni henüz görmemişti. Boş masa arayan bir hali vardı ve ne yazık ki mekanda hiç boşluk yoktu. Birazdan gidecek olduğunu düşünerek izlemeye devam ettim. Kafasını bulunduğum bölgeye çevirdiğinde ise utançla kahveme döndüm ve büyük bir yudum aldım. O sırada tepemde dikilen bir gölge gördüğümde garsonun gelmiş olabileceğini düşünerek kafamı kaldırdım. Ama ben garsona seslenmemiştim ki... Ve tahmin edeceğiniz üzere, karşımda duran kişi Jungkook'tan başkası değildi.
Gülümsemeye çalışır gibi bir hali vardı. Gözlerimin içine bakıyordu. Ben de ona gülümsediğimde konuştu, "Merhaba."
"Selam." dediğimde sol elini ensesine götürdü ve kafasını biraz yere eğdi. Nereye baktığını görünce niyetini anladım.
"Boş masa kalmamış da, beklediğin birisi yok ise acaba seninle oturabilir miyim?" saygı ifadelerini kaldırdığını fark ettiğimde, buna daha sonra tepki vermeyi aklıma yazdım ve az önce baktığı sandalyenin üzerindeki çantamı aldım. Bunu yaparken yarım ağız 'tabi' demeyi de unutmamıştım.
Sandalyeyi geriye çekti ve koca bedenini üzerine attı. Yerleşebilmek için sandalyeyle bir ileri bir geri gidiyordu. İşini bitirdiğinde kafasını benim sorular içinde boğulan gözlerime doğru kaldırdı.
"Uzun zamandır görüşemiyoruz." dedi gülerek.
"Uzun zamandır arabanız bozulmuyor yani." ben de güldüm.
Elini bana doğru uzatırken konuştu, "Resmi olarak hiç tanışmadık, ben-"
"Bay Jeon. Sizi tanıyorum." dedim. Eli havada dururken kendi elimi uzattım ve kısaca sıktım.
"Ondan bahsetmiyorum. İlk adım-"
"Jungkook, öyle değil mi? Evime geldiğiniz ilk gün telefonda konuşurken duymuştum." dedim ve egoyla sandalyeye yaslandım.
"Aynen öyle, Elisha. Ben de faturanın üzerinde görmüştüm." yine gülerek konuştu. Konuşurken gözlerini kırpıştırıyordu.
Sonra yine o devam etti, "Bu söylediğim çok mu saçma olacak bilemiyorum ama aramızdaki saygı ifadelerini kullanmamıza gerek yok bence. Bu resmen üçüncü görüşmemiz, yani arkadaş sayılırız. Ama eğer istemezseniz sorun değil." aceleci bir tavrı vardı. Ondan etkilenmiştim, bu gerçekti ancak saygı ifadesini kaldıracak bir noktaya gelip gelmediğimizden emin değildim. Ama yine de uyumsuzluk yapmayarak kabul ettim. Etrafta gezinen garsona 'ona ihtiyacımızın olduğu' anlamında bir işaret yaptığımda, masamıza yönelen garsona rağmen sorumu sordum.
"Kaç yaşındasın?" diyerek konuya adapte olduğumde içten içe gülüyordum.
Başımıza gelen garson, elindeki menüleri masamıza bırakıp gittiğinde Jungkook cevapladı, "Yirmi yedi. Peki ya sen?"