Blaine, Hummel-Hudson ailesini ziyaret için hastaneye gitmişti birkaç arkadaşıyla. Burt için üzülmüştü. Onun iyileşmesi için dualar etmişti. Duaları ne kadar kabul olursa. Tina ve Sam ile birlikte asansörden indiklerinde yaklaşık yirmi metre ileride Kurt, kendisinden biraz uzun, kumral ve siyah saçlı bir çocuğa sarılıyordu. Midesinde ağrı hissederken, kalbinin hızla attığını fark etti. Kimdi o?
“Hadisene” diyerek onu itekledi Tina ve zorla da olsa onların yanına gitti. Kurt uzun çocuğun boynuna sarılmış sessizce ağlıyordu. Finn, Rachel ve Carole ise sandalyelerde oturuyorlardı. Kurt geri çekildi.
“İyi ki geldin” dedi karşısındaki çocuğa. Çocuğun elleri hala Kurt’ün omuzlarındaydı.
“Tabi ki geleceğim. Burt bana kendi babamdan daha yakın” diye alçak sesle konuştu. Blaine yanlarından geçerken uzun boylu çocukla bir an göz göze geldi. Çocuğun gözleri maviydi. Ama Kurt’ün gözlerinden daha farklı bir mavi. Daha koyu mavi. Kumral tenli, esmere yakın bir kumral, mavi gözlü, siyah saçları dağınık ve düz kaşları vardı. Çocuk gerçekten yakışıklıydı. Ama kimdi?
Finn’in yanına gitti Blaine. Oturmadan Carole’a eğildi ve kısık sesle bir geçmiş olsun mırıldandı ve yerine oturdu. Rachel ve Tina sessiz dualar ederken tanımadığı bir kız duvara sırtını vermiş, yerde oturuyordu. Gözü tekrar Kurt’e kaydı. Uzun boylu çocuk Blaine’in yanına otururken Kurt’te o çocuğun yanına oturdu ve dirseklerini dizlerine dayayarak öne eğildi. Carole gibi hıçkırarak ağlamıyordu ya da Finn gibi konuşurken arada sesi titremiyordu ama yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Genç çocuk elini Kurt’ün omzuna koydu hafifçe sıktı.
“Okulu ekelim mi?” diye sordu Kurt’e, sesini neşeli çıkarmaya çalışıyordu. Kurt başını öne eğdi ve şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı.
“Olmaz. Ba-babam kızıyor” diye ağlayarak konuştu. Arada hıçkırıyor ve burnunu çekiyordu. Şimdi gerçekten üzgün görünüyordu Kurt. Blaine ona sarılmak istedi.
“Bir şey olmaz. Benim de abim kızıyor” diye gülmeye çalıştı çocuk. Kurt, başını daha da eğerken gözyaşları ayakkabısının üzerine damlıyordu.
“Abin sana gerçekten kızmıyor. Annenle babanın önünde gösteriş yapıyor. Onun nasıl biri olduğunu biliyorum Liam” diye hafifçe gülümsedi Kurt hala başı öndeydi. Blaine duyduğu ismi düşünüyordu. Liam? Liam? Liam? Tabi ya. Birkaç hafta önce Hummel-Hudson evine yemeğe gittiğinde Kurt bahsetmişti. En yakın arkadaşı Liam. Blaine rahatladığını hissetti ve omuzları gevşedi. Az önce yerde oturan kız şimdi Blaine’in yanındaydı. Blaine’in davranışlarını fark etmiş olacak ki ona bakıp sessiz bir köşeye geçti. Blaine bunun ‘gel’ mesajı olarak algıladı ve yerinden kalkıp kızın yanına gitti. Kız kollarını göğsünde birleştirip Kurt ve Liam’a baktı.
“Çok eskiden beri arkadaşlar. Liam Kurt’ün bütün kötü zamanlarında yanındaydı,” kızın sesinde sevgi ve şefkat vardı, “az önce ki anlamadığın kısa konuşma; Kurt ve Liam’ın birlikte geçirdiği okul zamanlarından kalan bir anı” iç çekti genç kız ve Blaine’e dönüp elini uzattı.
“Ben Lisa. Liam ve Kurt’ün eski bir arkadaşı” Blaine şaşkınlıkla fazla sıcakkanlı kızın elini sıktı.
“Ben Blaine. Finn’in arkadaşı” diyip elini çeker. Liam biraz sonra yanlarına geldiğinde Lisa ona gülümsedi.
“Hey, ben Liam” diye Blaine’e elini uzattı Blaine az önce kıskandığı çocuğun bu çıkışına şaşırmıştı ama yine de kendini toplayıp uzatılan eli sıktı.
“O da Blaine, Finn’in arkadaşı ve Kurt’ten hoşlanıyor” Blaine gözleri büyüyerek fazla açık sözlü kıza baktı. Nereden anlamıştı?
“Anlamadım” dedi kaşlarını hafifçe çatarken. Liam gülümserken Lisa gözlerini devirip konuşmaya başladı.
“Az önce Liam’a dalacaktın. Kurt’e bakışlarını da gördüm” diye iç çeker, “Liam’dan yana korkma. Kendisi benim erkek arkadaşım” Liam’ın yanağını öptü. Blaine şaşkındı hala. Olayı kavrayamamıştı.
“Her neyse. Ben Kurt’e kahve getireyim yoksa asla bir şey yiyip içmez” diyerek oradan uzaklaştı Liam. Lisa çantasından bir kalem çıkardı ve Blaine’in elini alarak bir şeyler karaladı.
“Ara beni” diyerek gülümsedi ve gidip Kurt’ün önünde diz çöktü. Kurt onu görünce ağlaması sanki biraz daha hızlanmış veya azalmıştı. Blaine bunu ayırt edemedi.
Kurt eve gitmiş, duş almış ve üzerini değiştirmişti. Bugün okula gidecekti. Çok geri kalmıştı derslerden. Babası hala komadaydı. Ne olacağı belli değildi. Beyninde kanama varmış. Doktorlar kendi kendine geçmesini bekliyorlar. Eğer geçmezse tekrar ameliyat olacaktı. Tamam, ilk ameliyatı kalbi kaldırmıştı ama doktorlar ikinci ameliyat için daha olumsuz konuşuyordu.
Arabadan indi ve çantasını omzuna asıp okuldan içeri girdi. Kapıdan koridora girer girmez bütün öğrenciler Kurt’e bakmaya başlamıştı. Demek ki herkes babasını biliyordu. Ah ne güzel! Nerden öğrenmişlerdi ki? Finn? Televizyon? Gazete? Her yerden olabilirdi.
Dersleri bitirmişti. Carole’dan birkaç kötü haber aldı. Tabi bu Kurt’ü daha da üzdü. Yalnız kalmak istiyordu. Ağlamak istiyordu. Konser salonuna ilerledi hızla. Kimseye aldırmadı. Çarptığı öğrencilerden özür dilemedi. Sadece koşar adımlarla ilerledi ve boş konser salonundan içeri girdi. Sadece orkestrada ki gençler vardı. Müzik aletlerini temizliyorlardı. Onları umursamadı. Yavaş adımlarla sahneye doğru ilerler. Gözleri dolmuş bir vaziyette sahneye çıktı.
Uzun zamandır sahneye çıkmamıştı. Loş ışığın vurduğu boş sahnede tek başınaydı ve kendini fazlasıyla özel hissediyordu. Bu hissi özlediğini fark etti. Kollarını kendine sardı ve gözlerinde biriken yaşların akmasına izin verdi.
Oh yeah, i'll tell you something,
I think you'll understand
Kurt istemeden şarkıyı mırıldanmaya başladı. Bu şarkıyı babası için düşünmüştü hep ama ona bu durumda söyleyeceğini düşünmemişti. Uzun zamandır şarkı söylemediği için kendi sesini dinledi. O sırada az önce müzik aletlerini temizleyen orkestra müziğe girmiş, Kurt’e eşlik ediyordu.
When i'll say that something
I want to hold your hand,
I want to hold your hand,
I want to hold your hand.
Şarkı sözlerinin arasında bazen kısa hıçkırıklar kaçırıyordu, gözlerinden yaş akıyor, Kurt hala kollarıyla kendi vücudunu sarıyordu.
Finn, konser salonun kapısında, duvara yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. Yüzünde acı ve üzgün bir ifade vardı. Kurt’ün acısını ilk defa böyle görüyordu. Yanına Rachel ve Blaine geldi. Burada buluşmak için anlaşmışlardı. Prova yapacaklardı. Ama şimdi hepsi Kurt’ü dinliyordu.
Oh please, say to me
You'll let me be your man
And please, say to me
You'll let me hold your hand.
Now let me hold your hand,
I want to hold your hand
Blaine sahnede üzgün bir şekilde şarkı söyleyen Kurt’ü dinledikçe, izledikçe gözleri doluyordu. Kurt’ün yüzü kızarmış, yaşlar gözlerinden hızla akıyordu.
Kurt, şarkıyı bitirdiğinde yüzünde hafif bir gülümseme vardı ama o gülümseme hemen soldu. İleride kendisini dinleyen üçlüyü gördü. Yüz ifadesi hemen değişti ve aceleyle sahneden inip yerdeki çantasını aldı ve onlara doğru ilerledi. Ama hiçbir şey demeden yanlarından hızlıca geçip gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can't Take My Eyes Off You
FanfictionKurt Hummel, insanlardan her şeyden uzak, umursamaz bir tavırla kimseyle ilgilenmeden yaşıyordu. Ama sonra karşısına Blaine çıktı ve her şey karıştı...