0

581 55 28
                                    

Sıcak bir bahar günü güneş Goryeo hanedanlığını kavururken başkent her zamanki gibi gürültülü ve kalabalıktı. Serin ormanların yanına, dağların eteklerine kurulmuş olan başkentin en kalabalık yeri meydandaki çarşıydı. Bu çarşıda en düşük kademeli insanda, soylu zenginlerde bir araya gelirdi. Kölelerinin sırtında taşıdığı, boncuklu başlıkları ve simsiyah uzun saçlarıyla şımarık zengin kadınların diğerlerine attıkları küçümseyici bakışlar her yerden görülebiliyordu. Ellerinde tuttukları, uzun ince sopalarıyla herkesi korkuttuklarını düşünüyorlardı ama aslında kendi yürüyemeyen, bakıma muhtaç bebeklerden farkları yoktu.

Onların yanı sıra zengin ipek tüccarları ve büyük komutanlarda gelirdi çarşıya. Rengarenk ve tertemiz giysileriyle, suya damlatılmış boya gibi dolaşırlardı ortalıkta. Kılı kırk yaran tüccarlara mallarını satmak için dil döken tezgah sahiplerinin sesleri birbirine karışır, çekilmez bir hal alırdı. Buradaki halkın çoğunu namuslu, iyi insanlar oluşturuyordu ama her yerde olduğu gibi burada da gözle bile görülemeyecek bir fark için insanları kandıranlar vardı. Minseok'un tercih ettiği tezgahlarda hep bunlar olurdu.

Minseok, dokumacı bir ailenin oğluydu. Yirmi yaşına girmiş olmasına rağmen hâlâ küçük çocuklarla birlikte ortalıkta koştururdu. Onlara oynayacakları oyun karşılığında beline kadar dökülen uzun siyah saçlarını taratır, bir güzelde ördürürdü. Tek olduğu zamanlar kayalıklara çıkar, koca başkenti tepeden izlerdi ya da çarşıya inip soyluların komik hareketlerini taklit ederek herkesi güldürürdü. Bazılarına göre eğlenceli biri, bazılarına göre terbiyesizin tekiydi. Ama herkesin emin olduğu nokta, temiz kalpli olduğuydu. O günde bu sıcak havada neden şehre indiğine küfredip, aşırdığı meyveleri yiyordu. Kahverengi giysisinin cebine attığı elmalardan birini eline alıp büyük bir ısırık aldı. Böyle bir havada dışarıda olmaktansa, evde ipek dokumayı tercih ederdi.

Kalabalığın ortasında dolaşmaktan vazgeçip tezgahların arasındaki büyük fıçıların yanına ilerledi. Üstü kapalı olanların birisine oturduğunda solundaki tezgahın arkasındaki küçük sandalyede oturan bir çocuk gördü. Minseok buradaki herkesi tanırdı, bu çocuğun burada çalışmadığının farkındaydı. Tezgahın sahibi kalabalığın içinden buraya doğru gelmeye başladığında çocuğa seslendi. ''Hey çocuk!'' Çocuk arkasından gelen sesle irkilerek ona döndü. ''Senin orada oturduğunu görürse yersin dayağı, yanıma gel.'' Başıyla kalabalığın içinden biriyle konuşarak gelen adamı gösterdi. Çocuk korkuyla ayağa kalkıp Minseok'un yanına geldi ve küçük fıçılardan birinin üzerine oturdu. Korkusu geçmiş olacak ki yine hayran hayran etrafı izlemeye başladı. Bir süre sonra üzerindeki garip bakışları hissedip yanındaki kendinden büyük adama döndü. ''Kimsin sen?'' Duyduğu soruyla aklında babasının tembihlediği şeyler belirdi. Hiç kimseyle konuşmamalı, konuşması gerekirse de kim olduğunu söylememeliydi.

''Keşfe çıkan biriyim sadece.'' Kendinden emin çıkan sesi Minseok'u güldürmüştü. Çocuk zengin biri olmalıydı, saçlarından gelen sabun ve çiçek kokuları onun varlıklı biri olduğunu gösteriyordu. Kulakları cüssesine göre hayli büyük olan çocuğa cebindeki elmalardan birini uzattı. ''İstemiyorum, teşekkürler.'' Babasının söylediğine göre birileri onu zehirleyebilirdi bu yüzden elmayı kabul edemezdi. ''Peki kaşif bey, burada ne yapıyorsunuz?'' Çocuğun yüzünde yaramaz bir gülümseme belirdi. "Babamdan saklanıyorum." Sonra yüzü düştü. "Ama sanırım kayboldum."

Minseok üzülen çocuğu avutmak için bir şeyler düşünmeye başladı. "Şuraya bak." Eliyle ilerideki bir grubu gösteriyordu. Üç tane saray beyefendisi olduğu belli olan şık adam içi kurbağa dolu bir sepetin önünde konuşuyorlardı. Biraz sonra içlerinden birinin kıyafetinin ucu sepete çarptı ve kurbağalardan bazıları adamların üzerine sıçradı. Dört bir yana kaçışan ve çığlık atan nazik beyleri gören çocukta eğlenmiş olacakki gülmeye başladı.

Karnını tutarak gülen Minseok'un sesini bastıran bir gürültü çıktığında ikiside ayağa kalktı. Meydana giren askerler ve insanlar her bir yana dağılmış, birini arıyorlardı. "Baekhyun!" Ortalığı ayağa kaldıran insanları duyan çocuk onlara doğru ilerlediğinde Minseok omzundan yakaladı. "Delirdin mi sen? Oraya gidersen seni ezerler. Buraya gel." Küçük çocuğu kucağına aldıktan sonra kalabalıktan çıkmaya çalıştı. "Ama onların yanına gitmeliyim." O gürültüde çocuğu duyamayan Minseok evlerin arasına ilerlediğinde omzundan sertçe çekildi. Kucağından alınan çocuk asker üniformalı, uzun saçlı bir adama sarıldığında etrafını saran kalabalığın farkına vardı.

İki asker omuzlarından bastırıp yere çökmesini sağladığında başının dertte olduğunu fark etti. "Baekhyun, bu çocuk sana bir şey yaptı mı?" Adamın sert bakışlarından fazlasını almamak için sesini çıkartmayan Minseok başını kaldırıp çocuğun yüzüne baktı. Olanları yeni fark eden Baekhyun hızla adamın kucağından indi. O sırada onların arkasından büyük bir gürültü duyuldu ve herkes kenara çekildi. Komutan olduğunu düşündüğü adamda bir kaç adım gerilediğinde askerlerin arkasından bir adam belirdi.

Lacivert giysili bir adam sinirle onlara doğru yürüyordu. Siyah saçlarının altındaki alnında ter damlaları birikmişti. Koştuğu için inip kalkan göğsüyle karşısında durduğunda etrafına bakında. Küçük çocuğu gördüğünde yüzündeki korkunç bakış yerini rahatlamış bir ifadeye bıraktı. Dizlerinin üzerine çöküp kollarını açtığında küçük çocuk bunu bekliyormuş gibi küçük ellerini adamın boynuna sardı. "Özür dilerim baba. Senden uzaklaşmamalıydım." Ağlayacak gibi çıkan sesi adamı üzmüş olacakki çocuğun küçük yüzünü elleri arasına aldı. "Bir daha beni böyle korkutma Baekhyun. Başına çok kötü şeyler gelebilirdi." Adamın sözleriyle bir çok bakış Minseok'a döndü. "Efendim, bu çocuk prensi kaçırmaya çalışıyordu." Prens mi? Bu çocuk prens miydi yani? O zaman bu adamda kral olmalıydı. İyide Minseok çocuğu kaçırmaya değil kargaşadan çıkartmaya uğraşıyordu. Kralla göz göze geldiğinde hemen başını eğdi.

"Baba o bana yardım etti." Bakışlarını Minseok'u şikayet eden adama çıkardı. "Ayrıca beni kaçırmaya değil, sizden kurtarmaya çalışıyordu Jongin hyung." Kral ağır adımlarla yanına yaklaştığında sıkıca gözlerini kapattı Minseok. Eğer çocuğa inanmazlar, onu tehdit ettiğini düşünürlerse kimsenin ruhu duymadan burada ölecekti. Çenesinde hissettiği parmaklarla başını yukarı kaldırdı ve karşısında duran iri yarı adama baktı. "Oğluma bir şey yaptın mı?" Hızla başını salladı Minseok. "Yemin ederim efendim. Sadece kargaşadan çıkartmaya çalışıyordum onu. Prens olduğunu bile bilmiyordum." Korkmasına rağmen titremeyen sesiyle gurur duydu. Adamın kuşkulu bakışlarını eteğini çekiştiren oğlu böldü. Başını eğdiğinde oğlu kulağına bir şey söyledi.

"Bu çocuğu serbest bırakın. Geri dönüyoruz." Minseok derin bir nefes aldığında diğer adam söylenmeye başlamıştı. Askerler etrafını terk ettikten sonra uzaklaşan kalabalığa titreyerek baktı. Babasının yanında elini tutarak ilerleyen Baekhyun arkasını dönüp el salladığında kendini toparladı. Aynı şekilde çocukça el salladığında oğluna bakan kralın bakışları kendisine döndü. Hızla elini indirip tekrar başını eğdi ve kalabalığın uzaklaşmasını bekledi.

İşte o sıcak bahar gününde minik prens Baekhyun çok doğru kişiyle karşılaşmıştı.

İşte o sıcak bahar gününde minik prens Baekhyun çok doğru kişiyle karşılaşmıştı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

🌸🌸🌸

Ben bunların hepsini nasıl yazacağım hiçbir fikrim yok. Ama canım istiyo napıyım.

Çok güzel bir hikaye çıkacağını düşünüyorum. Şu an ormanın içinde ağaçların arasındayım ve bu çok ilham veriyor.

Bu hikaye aynı zamanda ChenMinTR hesabında da yayınlanacak. Sizde gelin, chenminlenin sakura çiçeklerim.

sakura Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin