***
Kral Jongdae'nin sarayı kara kışın ortasında bile renklerini kaybetmemesiyle bilinirdi. Uzak ülkelerin soğuk saraylarındaki ıssız odalarda burası hakkında konuşulurdu. Denilenlere göre babasının ölümünden sonra tahta geçen prens Jongdae kendini bildiği bileli mücevherlere ve güzel şeylere olan düşkünlüğünü kral olduktan sonra tüm saraya yaymıştı. En düşük rütbeli kişiden başbakana kadar herkes rengarenk ipekler içinde dolaşır, her zaman bir inci tanesi gibi parlardı. Kralın parmaklarına taktığı birbirinden değerli yüzükler ve sürekli onlarla oynaması izleyen herkesi büyülerdi, kaftanlarının hepsi değerli taşlarla işlenmişti.
Prens Baekhyun'un doğduğu gece alimlerin yüzyıllardır gördükleri en yıldızlı geceydi. Gökyüzü o kadar parlaktı ki sanki tanrı kara çarşafının üzerine gümüş tozu dökmüştü. İleride vahşi kaplanlar kadar cengaver bir savaşçı mı yoksa yaz günleri durgun sularda süzülen nilüferler kadar narin mi olacağı bilinmeyen bu çocuk doğduğu geceden itibaren dünyanın görüp görebileceği en iyi şekilde yetiştirilmişti. Onu eğitebilecek en iyi hocalar saraydan bir an olsun bile ayrılmıyordu, sarayın büyük bir bölümü tamamen onun için döşenmişti ve o bütün gün çamura buladığı inci işlemeli ayakkabılarıyla burada koştururdu.
Yazları bahçedeki mermer çeşmeler durmadan akar, bahçe cennetten bir köşeymiş gibi süslenirdi. Havalar sıcak oldukça beyaz tüller her bir yana asılır, kral ve ailesi sarayın dağ yamacındaki daha serin bölümüne taşınırdı. Bütün gün etrafta buz gibi sular ve soğuk kuyularda bekletilmiş meyveler dolaşırdı. Baekhyun'un yanında her zaman onu serinletmek için birileri bulunurdu, kralın emriyle prens nerdeyse cam bir fanusun içinde büyüyordu.
Havalar soğumaya başladığında kulelerin tepelerine renkli bayraklar asılır, kar yağıp her yeri beyaza bürüdüğünde bu bayraklar şehrin dört bir yanından dikkat çeker hale gelirdi. Yataklar önceden ısıtılır, odaların duvarları deriyle kaplanırdı. Saraydaki herkes kralın isteğiyle kürk giyerdi. Birbirinden güzel kürkler içinde dolaşan insanların yanında saray hayvanlarına dahi kürk giydirilirdi. Zaten heybetinden sual olunmayan kral bir de siyah kürklerinden birini omuzlarına attığında geçtiği yerde gölgesi kalırdı.
Jongdae'nin oğluna da verdiği özelliklerinden birisi çirkinliğe katlanamaması ve güzel olan her şeye karşı bir zaafı olmasıydı. Ona hizmet edenler özenle seçilir, en basit işi yapan biri bile dikkat çeker bir güzelliğe sahip olmalıydı. Bu masallar diyarının her bir köşesi o kadar güzel kokardı ki insanların teni gül yapraklarıyla ovulmuş gibi hissettirirdi. Misk kokuları her yere sinmişti.
Bu renklerin bir arada görülebileceği en güzel yerlerden biri birkaç günde bir yapılan toplantılardı. Rütbelerine göre rengi değişen üniformalarıyla birlikte dizilmiş olan devlet adamları, askerler, kutlama için buraya gelmiş olan elçiler ve daha birçok kişi her zaman yapılan bu toplantılardan olsa da bugünde farklı bir şey olduğunu biliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sakura
FanfictionGüneş saçlarının arasında dolaşıyordu ve omuzlarına sakura çiçekleri düşmüştü...