♧
Kabullenmek.
Son aşamadan bir öncesi. Psikanalistime göre bir süre sonra alışma evresine girecektim. Bu sondu ve bu da tamamlandığında iyi olacaktım.
Olacak mıydım?
Oysa hiç iyi olacakmışım gibi hissedemiyordum.
O yoktu.
Bütün evreleri tamamlasam dahi o yok olmaya devam edecekti. Ne kadar alışırsam alışayım alıştığım şey yokluğu değil miydi? Yokluğunda iyi olabilir miydim?
"Onu anlat."
Böyle demişti seansı sona erdirmeden. Onu mu anlatayım? Fakat onu anlatmak istediğim kişi yine onun kendisiyken bu mümkün müydü? Kimsenin onun hakkında düşündükleri umurumda değildi. Kimsenin onun yokluğunda ne kadar acı çektiği umurumda değildi. Ben bendim. Bu benim yokluğumdu. Bu başka kimseyi ilgilendirmezdi.
"Yemek yiyelim."
Fany'nin sesiyle düşüncelerimden ayrıldım. Yemeyeceğim, cevabı kabul edilmeyecekti. Bu yüzden onu takip edip arabadan indim. Han Nehri kenarındaki yemek çadırlarından birine ilerlerken iki üç metre gerisinde yürüyordum. Çadırın önündeki masalardan birine ilerleyip oturduğunda üzerindeki ceketi çıkarıp yanındaki taburenin üzerine katlayarak bıraktı. Üzerindeki beyaz gömleğinin kollarını sıyırdı. Sonra bileğindeki lastik toka ile saçlarını ensesinde toplayıp kahküllerini düzeltti.
Karşısına oturduğumda dahi kafasını kaldırıp bana bakmadı. Kırgın mıydı? Oysa psikanalistin odasından çıktığımda endişeli ve şaşkın görünüyordu. Fakat şimdi hareketlerinde tek görebildiğim yorgunluk ve bıkkınlıktı.
Haklıydı. Ben bile kendimden çok uzun süre önce yorulmuştum.
Yanımıza gelen orta yaşlardaki kadına iki deniz ürünlü erişte söyledi. Sonra yüzünü elleri arasına alıp derin bir nefes aldı. Bunu birkaç kez tekrarladı. Nefes alışverişini bozan şey boğuk bir telefon sesi oldu.
İrkilerek doğruldu ve çantasının içinde telefonunu çıkarıp kulağına götürdü. Bu sırada bir diğer elini de diğer kulağına yerleştirdi. Konuşmasından karşısındaki kişinin müvekkili olduğunu anlayabiliyordum. Birkaç dinlemediğim cümlenin ardından telefonu kapattı ve sıkıntılı bir ifade ile bana baktı.
"Gitmen gerekiyor." diye mırıldandım.
"Özür dilerim."
Omuz çektim ve ayağa kalktım. Fany, siparişlerle ilgili bir şeyler söylerken mavi Golf'üne doğru yönelttim adımlarımı. Tam önünde durduğumda kapı açıldı. Binip emniyet kemerimi taktım ve sağ dirseğimi kapıya dayayıp kafamı da elime yasladım.
Çok geçmeden araba çalıştı. Evin önünde beni bıraktıktan sonra ayrıldı. Evet şimdi eve gitmeliydim. Başka ne yapabilirdim ki zaten?
Çevremdeki herkesi kendimden uzaklaştırmıştım. Acı çekerken bile beni anlamayan insanlardan dolu bir çevreye ihtiyacım yoktu. O değil de bak ne oldu... diye başlayan benimki daha kötü teması barındıran dert anlatımlarına da. Hayır değildi. Seninki en kötüsü değildi. Benimki en kötüydü. Yaşadığım şey benim için en kötüydü. Hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar kötü.
Eve girdim. Ayakkabılarımı çıkarıp odama gittim ve kendimi yatağıma attım. Yanıma, mantar panoya döndüm. Fotoğraflara bakıp anıların zihnimde canlanmasına izin verdim ve kaybolduğum anılar şeridinden ancak kapı sesini duyuşumla sıyrıldım.
Hava kararmıştı. Merdiven basamaklarında yankılanan ayak seslerini duydum. Bir kişiye ait değildi. Hemen nevresimin altına girip kapıya arkamı döndüm. Kısa bir süre sonra kapım açıldı ve birkaç saniye sonra kapatıldı. Gittiklerini düşündüm. Ancak o sırada yatağımda bir ağırlık hissettim. Ardından saçlarımdaki parmakları. Tanıdıklardı. Fakat olmasını istediğim kişinin değillerdi.
"Uyumadığını biliyorum."
Derin sesi karanlık odamda yankılandı. Derin bir nefes alıp ağır ağır geri verdi. Buna karşılık bir şey söylemeden ve hareket etmeden yatmaya devam ettim. Numaramı sürdürmeye çalışmıyordum. Sadece bunun karşılığında ona ne söyleyeceğim ne de yapabileceğim bir şey vardı.
"Stüdyoya geldiğinden beri seni düşünüyorum." diye fısıldadı, elini saçlarımdan çektiğinde.
"En azından biraz olsun iyi olabileceğini umuyordum. Neredeyse bir yıl oldu."
Arkasına yaslandı. Bunu gıcırdayan karyola başlığımdan anlayabiliyordum. Ellerini önünde birleştirmiş olduğunu ise onun alışkanlıklarından biliyordum.
"En azından biraz olsun kendini toparlayabilmiş olduğunu umuyordum. Fany'nin her zamanki gibi abarttığını düşünüyordum. Ancak o gün seni gördüğümde zor tanıdım."
Yutkundu. Yutkunuşu odada yankılandı.
"Seni böyle bıraktığım için özür dilerim an-..."
"Görmek istemedim." diye sözünün devamını getirdim.
"Evet."
"O kutuyu ve mektubu sen mi getirdin?"
Odada oluşan derin sessizlik sorumun cevabını verdi.
"Jun Sun, o günden o gün sonra onun odasında buldu. Üzerinde başka bir not varmış. Benden kurtulmaya karar verdiğinde."
Güldüm. Yattığım yerde doğrulup ona baktım. Karanlığın içinde parlayan gözlerine.
"Nasıl başarıyorsun?"
"Hımm?"
"Nasıl devam edebiliyorsun Hyuk Jae? O stüdyo onun anılarıyla dolu. Buna nasıl katlanabiliyorsun?"
Bu sefer o güldü, başını iki yana sallayarak. Ay ışığında yanağından süzülen yaş parladı.
"Yanlışın var Tae Yeon-ah. Anılarla dolu olan yer stüdyo değil."
İşaret parmağını alnına götürdü. Konuşmadan önce dudakları tebessümle kıvrıldı.
"Burası. Asıl merak ettiğin şey buna nasıl katlanabildiğim?"
♧

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Culaccino | Tae Yeon
Fanfiction⛔️ Bu hikaye tetikleyici ögeler içerir. Bu tarz içeriklere karşı hassasiyetiniz varsa lütfen okumayınız. ⛔️ "Culaccino," dedi sakince. Anadilinin vurgusu bu tek kelimede belirgin olarak duyulabiliyordu. "Nemli bir bardağın masada bıraktığı iz anl...