I.

331 27 9
                                    

Uyandım. Aslında bilincim bundan birkaç saat önce karanlığın içine çekilirken bunu reddedip beynimin duvarlarına tutunmuştu. Uyuyor değildim. Fakat gerçek ve rüyayı ayırt edebileceğim kadar uyanık da değildim. Oysa şimdi bilincimin açık kalmak için verdiği savaş onun galibiyetiyle sonlanmıştı. Suyun yüzeyine ulaşır gibi uyandım. Yavaş yavaş.

Yatağın içinde hala yatmaya devam ederken kafamı tavanımdaki fosforlu aya ve çevresini saran büyüklü küçüklü yıldızlara odakladım. Bu uzun zamandır süren boşluğumu kısa bir süreliğine dolduran bir şeydi. Hatırlamaya izin verdiğim anılarımdan biri orada gizliydi.

Bir haftadır yavaşlamayan ve arada midemin büyük bir acıyla kasılmasına neden olan kalbime gitti elim. İzin verdiğimden fazlası gerçekleşmişti, biliyordum. Sanki şatomun kapısından düşmanların içeri girmesini engellemek için mücadele ederken kapıda bir devin balta darbesiyle yarık oluşmuştu. Biliyordum. Daha fazlası gelecekti.

Culaccino.

Her şeyin başlangıcı ve her şeyin sonu.

Yatağımdan kalkıp zaten açık olan pencereye gittim. Pervazına çıkıp oturdum. Henüz aydınlanmamış gökyüzüne baktım. Uçabilmeliydik. Dünyanın en güzel eyleminin insanlığa verilmemiş olması haksızlıktı.

Eğer yeterince yükseğe uçabilirsem...

Bakışlarımı aşağıya çevirdim. Uçabilmenin başka bir yolu da vardı. Ama bunun için cesaretim yoktu. İşlevini sürdürmesi gereken bulaşık süngeriydim. Ayaklarımı kendime çekip yan döndüm. Dizlerime sarılıp çenemi üstüne koydum. Her şeyin bittiğini, bütün insanlığın bir anda nefes almayı bıraktığını hayal ettim. Bu düşünce yüzüme hafif bir gülümseme yerleşmesine neden oldu.

Havanın yavaş yavaş aydınlanmasını izledim. Birazdan hava iyice aydınlandığında Fany odaya girecekti. Beni böyle görmesi hoş olmazdı. Bacaklarımı odanın içine atıp pencereyi kapattım ve o gelmeden önce hazırlanmak için gardrobuma yürüdüm.

Ne zaman söylenmeyi bıraktı? Yanımda sessizce araba sürmekte olan ve en yakın arkadaşım olarak adlandırdığım genç kadına baktım. Bir süre önceye kadar söyleniyordu. Odama her sabah yaşayıp yaşamadığımı kontrol etmeye gelen ve örtülü vaziyetteki perdeleri teker teker açarken söylenmeyi asla ihmal etmeyen biri olarak bu eşsiz rituelini bu sabah da tekrarlamıştı. Tek fark bu defa susmamıştı. Şimdiye kadar, ya da anımsayamadığım süre kadar.

Ah, onunla tanıştınız mı? Fany ya da Funny. Eğer gerçekten tanısaydınız bu ismin hakkını sonuna kadar verdiğini söyleyebilirdiniz. Böyle bir insanın bana hala nasıl tahammül edebiliyor olduğunu anlayamıyorum.

Beynimde bunlarla camdan dışarıyı izlerken ilerideki tanıdık mahalleyi gördüm. Evlerin arasından geçerken içimden saydım.

Yedi.

Arabayı iki katlı müstakil evin önüne geldiğinde kenara çekti. Bana baktı. Ona bakıyor olmasam bile bana bakıyor olduğunu anlayabilirdim. Çünkü inip inmeyeceğimi kontrol etmeliydi ve ben evin içine adımı atana kadar beklemeliydi. Sonra işine gidebilir ve insanları savunmaya devam edebilirdi.

Emniyet kemerimi çözüp yavaşça kapıyı açtım. Yağmurluğumun kapüşonunu kapatıp kendimi şiddetle yağan yağmurun altına attım. Yavaş adımlarla bahçe kapısına ilerleyip zile bastım ve bir iki adım gerileyip kameranın görüş açısına girdim.

Oradan bakılınca uzaylıya benziyordum. Son zamanlarda iyice çıkıklaşmış elmacık kemiklerim ekranda daha da belirgindi. Islak kahküllerimin yapıştığı alnım iyice geniş duruyordu. Ve yüzüm çeneme doğru iyice sivriliyordu. Cidden bu görüntüden insanların kim olduklarını tanıyabiliyorlar mıydı?

Kapı otomatiğine basıldığında demir kapıyı itip evin kapısına ilerledim. Verandaya çıktığımda kapüşonu geri itip elimle saçlarımı karıştırdım. Açık olan kapıdan içeri adım attığımda burnuma dolan çiçek kokuları karşısında burnumu kıvırdım. Çiçekleri sevmediğimden değil, bu koku sahte olduğu için.

Kapıda beni karşılayan orta yaşlarındaki kadına hafifçe selam verip üzerimdeki yağmurluğu uzattım.

Kadın bir eliyle yağmurluğu dikkatle alırken diğer eliyle merdivenleri gösterdi. Ve gülümseyerek konuştu.

"Hong Ki Beum-sshi sizi bekliyor efendim."

Sırıttım. Sahte bir gülümsemenin altına saklamaya çalıştığı gerginliği ses tonundaki çatlamayla kendini ele vermişti. Sırıtışım yüzümde dondu. Ben korkulacak biri miyim?

Bildiğim istikamette yürüyüp merdivenleri çıktım. Koridorda dümdüz ilerleyip en sonda, sağımda kalan kapının önünde durup iki kez kapıya tıkladım.

"Hoş geldin Tae Yeon-sshi."

Hafifçe selamlayıp her zaman oturduğum koltuğa oturdum. Normalde biraz ilerideki deri kanepeye uzanıyor olmam gerekiyordu. Ama ilk seferinde bunu yapmayı reddedip koltuğa oturduğumdan dolayı bu şekilde yapmaya devam ettim. Hiçbir şeye tepki göstermediğimi de varsayarsak neden buradayım. Bilmiyorum.

"Geçen haftaki sorun hakkında konuşmak istiyorum." dedi ihtiyar adam karşısına oturduğunda vakit kaybetmek istemiyormuş gibi.

Culaccino.

Oysa bugün de konuşmayı planlamıyordum. Kafamı kaldırıp geriye yatırdım. Konuşmak yorucuydu. Zihnimin içinde akıp giden bir sürü şey varken kelimeleri bir araya getirip cümleler kurmak benim için gerçekten yorucuydu. Bunu anlamış olmasını diledim.

"Ben istemiyorum." diye mırıldandım.

"Ne zamana kadar kaçacaksın?"

Konuşmak aklımda olan şey değildi; fakat tıpkı beynimde dolanan düşüncelere engel olamadığım gibi ağzımdan dökülen kelimelere de engel olamadım.

"Kaçmak mı? Ben kaçmıyorum. Sadece daha küçük bir dairede yaşıyorum."

Yaşlı adamın dudaklarından belli belirsiz bir gülümseme geçti.

"Türklerin savaş taktiğini duymuşluğun var mı?"

Öylece bakmaya devam ettim. Şimdi neden bahsedecekti?

"Savaş hattında düşman ile karşı karşıya geldikleri alanda yayalar ve okçu birlikler ön hattadırlar. Bir süre sonra bu birlikler geri çekilirler. Buna sahte ricat denir. Hilal şeklini alan bir hat oluştururlar. Bu sırada daha önce kazdıkları hendeklerden çıkan atlı birlikler düşman birliklerin etrafını sarar. Düşman atlı birlikler, yaya ve okçulardan oluşan dairenin içinde kapana kısılır. Buna Kurt Kapanı denir."

Büyük bir coşkuyla gerçekleştirdiği monologu sona erdiğinde yine eski sakinliğine dönüp bana baktı.

"İşte içinde yaşamaya devam ettiğini sandığın bu daire Kurt Kapanı, Tae Yeon-sshi. Peki sence bu savaş ne kadar sürecek?"


Culaccino | Tae YeonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin