2."Mevlam kulu sevdim seni..."

303 157 20
                                    


Herkese iyi akşamlar dilerim. Multimediada Elihan'ı en iyi temsil eden resim var. Bir de güzel bir şarkı. İyi okumalar dilerim herkese.

Pera - Veda busesi 🎶

Eylül 2016

Anılar en çok ne zaman akla üşüşüverir? Eski bir eşyayla karşılaşınca mı? Yoksa eskiden hayatında yer alan bir kokuyla karşılaşınca mı? Aslında anılar eskilerde saklı. Ben burnumun direğini sızlatan her kokuda bir anımı bulurum. Veya kalbimin ritmini değiştiren her şarkının melodisinde... Bazen satır aralarında saklambaç oynayan anılarla karşılaşırım. Bazen toz kaldıran zamanlarda... Anılar her yerdeydi. Anılar her şeydi.

Birçok duyguyu bir arada hissetmek mümkün müydü? Mutlu iken hüzünlü gözyaşı akıtmak, özlemdi. Şaşkın iken korkuyu da beraberinde barındırmak, heyecan. Öfkeli iken üzülmek, kırgınlık. Duygularda renkler gibiydi aslında. Bütün duygular başlı başına bir renkti. Ama biri diğeri ile karışınca farklı tonlar beliriyordu bir anda. Öyleki bazen bir duygu çok fazla baskın olunca diğer duygular gölgede kalırdı. Tıpkı siyah gibi. Peki ya bütün renkler karışırsa o zaman ne olurdu? Bir belirsizliğin tonu çıkmaz mıydı açığa?

Tam olarak ne hissettiğimi bilmezken arkadaşlarımın özel yaptırdığı günlüğümü kucağıma koydum. Bu görüntü bile farklı anılar taşıyordu. Hayat günümde bana hediye edilen günlüğüm. Bazı sözcükler bile çok büyük anılar taşıyordu. Biz asla doğum günü demezdik. Saçma gelirdi. Veya farklıydık. Sevilen şeyleri sevmezdik.

Bana özel yapılmış günlüğümün üzerinde elimi gezdirirken aklıma kazıdığım cümleyi birkez daha okudum. Bana beni anlatanı hediye etmişlerdi arkadaşlarım.
Öyle söylemişlerdi bana.

Siyah kapaklı, kadife dokulu bir defterdi. Üzerinde gökkuşağı renklerinin tümünü kapsayan bir yazı vardı. "KASVETLİ HAVADA GÖKKUŞAĞI GİBİ..."

Bütün yaprakları rengârenkti. Her sayfası farklı bir parfüm kokuyordu. Defteri burnuma götürüp sayfaları hızla çevirdim. Gözlerimi yumup anıların hızlı bir şekilde akıp gitmesini seyrettim. Gözümde biriken yaşlar akarken daha fazla dayanamadım. Bu duruma nasıl alışacağımı bilmiyordum.

Nefesimi daraltan düşünceler koca bir yük gibi binmişti ciğerlerime. Haykırmak istiyordum sessizliğimle. Durmadan ağlayıp yalnız kalmak istiyordum.

Omuzlarım şiddetle sarsılırken buldum kendimi. Bir ara adım sesleri duymuş ellerimle ağzımı kapatmıştım beni duymasınlar diye. Bütün öğrenciler derse girmiş neredeyse üçüncü zil çalmak üzereydi.

Eşyalarımı toparlayıp ayağa kalktım. Toz içinde kalan kıyafetlerimi silkeleyip çantamı omzuma taktım. Ardından kimseye görünmeden dışarı çıktım.

Kapıdan çıkmam mümkün olmadığı için arka bahçeye gidip kameraların görmediği kör bir noktaya gittim. Duvarın önüne gelince çantamı diğer tarafa fırlatıp duvara tırmandım. Duvarın tepesindeyken okulun camından bir hoca beni görmüş, bağırmış, bir şeyler zırvalamıştı.

Umursamadım. Duvardan atlayıp çantamı yerden aldım. Toz içinde kalan çantamı silkelemeden yürüdüm. Hiçbir şey umurumda değildi. Mutluluklarım toz içinde kalmıştı zaten. Daha fazla ne kadar tozlanabilirdim ki?

Yüzümde yol yol olan gözyaşlarım kurumuş, bense hâlâ yürüyordum. Oturduğum mahalleye gelince önce bir duraksadım. Kahvehanede okey taşlarının sesi yankılanıyordu. Okey oynarken bir yandan çay içip bir yandan sohbet eden adamlarla doluydu.

Sükût-u Vaveyla Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin