2. Hikayem ve ikisinede yeni başlıyorum umarım beğenirsiniz oylarınızı ve yorumlarnızı eksik etmeyin.Sizleri seviyorum <3
O anki durumumla ilgili söylenebilecek onlarca kelime olabilirdi; Gerizekalı, aptal, lanet olası sakar. Ve evet, bu kelimelerin yanında bir de attıkları iğrenç kahkahalar da var tabii. Ölmek istiyorum ama o da mümkün değil ki! Neden bu kadar bahtsızım ki ben?
...
''Ah Tanrım! Birisi şu kıza yürümeyi öğretsin!'' dedi Helen gülmekten zar zor nefes alırken. Yanına toplanan onlarca meraklı piç ve sürtük bana bakarak kahkaha atarken, üzerime döktüğüm sıcak kahvenin bedenimi yakmasına izin veriyordum. Hayır mazoşist falan değilim ama Holmes Chapel gibi bir yerdeki bir lisede tüm okul size gülüyorken dikkatinizi dağıtmak için başka unsurlara ihtiyacınız olabiliyordu. Benim dikkat dağıtıcı unsurum da o yakıcı acıydı işte. Tamam belki biraz mazoşist olabilirim.
Kahkaha seslerinin azalmak yerine daha da arttığını farkettim. Ve bu cidden sinirlerime dokunmuş olmalıydı ki, ellerimi yumruk yapıp kalabalığın arasına dalmıştım.
''Şimdi de kaçıyor!'' dedi Helen'in olduğuna yüzde yüzbin emin olduğum ses. Dönüp ona laf atmak ya da sataşmak yerine yumruk yaptığım ellerimi daha da sıktım ve kalabalığı delmeye devam ettim. Yemekhaneden nihayet çıkabildiğimde en azından kalabalıktan kurtulmuştum. Tabii ki etrafta bana bakıp kahkaha atmakla meşgul olan birkaç işsiz gerizekalı hala vardı ama asıl kalabalıktan kurtulduğum için mutluydum. Ah keşke Olivia yanımda olsaydı. Tatile çıkacak zamanını bulmuştu yine zaten.
Biraz daha sakin bir şekilde dolapların olduğu koridora saptım. Öğle yemeği vakti olduğundan olsa gerek etrafta kimse yoktu ve bu iyi bir şeydi benim için sanırım. Daha az insan, daha az baş ağrısı...
İçimden Superman'im olarak çoktan ilan etmiş olduğum dolabıma ilerledim ve cebime sıkıştırdığım minik anahtarı zor da olsa sıkıştığı yerden çıkardım. Dolabımın kilidini açtığımda tüm hayallerim suya düşmüştü bile. Superman mi? Boşverin gitsin. Belki diğer normal kızlar gibi yedek bir bluzum falan vardır ümidiyle dolabıma gelmiştim ama elimde olan koca bir hiçti. Çünkü ben dolabıma yedek kıyafet falan koymazdım, hem dolabım ağzına kadar kitapla doluydu zaten bir de kıyafet mi sığdıracaktım? Tamam biraz da ineğim kabul etmem gerek. Ama bu lanet kasabadan ayrılmak ve Amerika'da güzel bir üniversiteye gitmek istiyorum. Bunun için de çok çalışmam gerek, ne yapayım?
''Hmm sanırım zor bir durumdasın?''
Duyduğum boğuk sese karşılık ne ara içine dalmış olduğumu bilmediğim düşler aleminden çıkmam pek de uzun sürmemişti. Dolabımın kapağını yavaşça kapatıp bakışlarımı yanımda beliren uzun boylu çocuğa çevirdim. Bakışlarıyla kıyafetimi süzdüğünü farkedince gözlerimi devirdim.
''Hadi sen de dalga geç bekliyorum?''
Söylediğime karşılık bakışlarını kıyafetimden ayırdı ve bu sefer de gözlerime bakmaya başladı. Gözleri ne renkti... Zümrüt yeşili?
''Seninle dalga falan geçmeyeceğim.'' Söylediği şey üzerine 'Ciddi misin?' diyen bakışlarımı ona diktim. İfadesini hiç bozmadığında anlamıştım. Vaay canınaa, benimle dalga geçmeyecekti yani? Şaka mı bu?
''Vay canına dostum. Beni şaşırttın.'' dedim kaşlarımı kaldırarak. Kaşlarını hafifçe çattı.
''Dostum mu?'' Ses tonu beni kınar şekildeydi. Tamam tamam normal bir kız değilim demiştim. Normal bir İngiliz ''hanımefendisi'' de değilim.
''Her neyse.'' dedim konuyu değiştirip. ''İzninle, kıyafet bulmam gerekiyor. Gördüğün gibi üzerine kahve dökülmüş bir bluzla pek güzel durmuyorum.''
Dudaklarına geniş bir gülümseme yerleştirdiğinde dudaklarından düşündüğüne dair birkaç mırıltı çıkardı. Yanaklarımı şişirip bana ne söyleyeceğini bekledim. Çok geçmeden üzerindeki renkli gömleği göstermişti.
''Benim gömleğimi alabilirsin.''
Anında gözlerimi irileştirdim. ''Ne? Hayır olmaz.''
''Neden olmazmış?'' dedi suratını asarken. Dudaklarını büzdüğünde beni etkilemeye mi çalışıyordu bilmiyordum ama gözlerimi kısmakta gecikmedim.
''Ben senin gömleğini giyersem sen ne giyeceksin peki?''
Gözlerini devirip alayla kıkırdadı ve sonra gömleğinin düğmelerini en alttan çözmeye başladı. Gözlerimi irileştirip parmaklarını izlerken beklediğimin aksine, gömleğini çıkardığında yarı çıplak falan kalmamıştı. Gömleğini çıkarıp bana uzattığında vücudun saran beyaz t-shirtünden gözlerimi ayırıp yeşil gözlerine bakmaya başlamıştım.
''Hadi al.'' diye üsteledi ve gömleği elinde salladı. Derin bir nefes alırken çoktan pes etmiştim. Uzanıp gömleği aldım. ''Teşekkür ederim.''
''Önemli değil.'' dedi 32 diş sırıtarak. ''Bu arada ben Harry.''
Dudaklarıma minik bir gülümseme yerleştirdim. Ve tuhaf bir şekilde, istemsizce olmuştu bu. ''Ben de Kelly.''
Harry yavaşça başını salladı. ''Memnun oldum Kelly. Gitmem gerek, görüşürüz.''
Bir şey dememi beklemeden arkasını döndü ve sonra yürümeye başladı. Arkasından beyaz t-shirtünü, skinny pantolonunu ve bukleli olduğunu yeni farkettiğim saçlarını izlerken söylediği şey aklıma geldi ve yavaşça kaşlarımı çattım.
Görüşürüz mü? Bir daha görüşecek miyiz ki yani?