''Acı çekiyorsun.''
''Acı çekiyorum.'' dedim onaylayarak.
''Ona acı çektirmek istiyorsun.''
Bakışlarımı gözlerine diktim. Suratındaki o sıradan ben umursamazın tekiyim gülümsemesiyle bana bakıyordu. Keşke ben de onun kadar umursamaz olabilsem.
''Hap istiyorum.'' dedim gülümseyerek. Gülümsemesi soldu ve başını yavaşça iki yana salladı. Ama bu yaptığına ters şekilde, her zaman giydiği o deri ceketinin cebine uzanıp o plastik poşete uzanmıştı.
''Al bakalım.'' dedi minik torbayı bana fırlatarak. Aslanların avlarına saldırması gibi poşeti hızla tuttum.
Ah bir aslan değildim tabii. Onun sayesinde olsam olsam ezilmiş bir kedi yavrusu olabilirdim ancak.
I'm waking up to ash and dust,
(Kül ve toz içinde uyanıyorum)
I wipe my brow and I sweat my rust,
(Alnımı siliyorum ve pasımı atıyorum)
''Seni ne hale getirdiğini görüyor musun?'' dedi daha sonra. Bakışlarımı ondan ayırmadan minik paketi açtım ve içindeki haplardan birini beklemeden ağzıma attım. O inanılmaz tat dilime yayılırken gözlerimi keyifle kapattım. Bağımlıydım. Hem bu haplara, hem de ona.
Ama o yoktu. Ne kadar da ironik.
''Seni gördüğüm ilk zamandaki Kelly ile uzaktan yakından alakan yok.''
Kapattığım gözlerimi araladım ve hapın da etkisiyle sırıtarak onun mavi gözlerine gözlerimi diktim. ''Beni neden koruyorsun?''
''Çünkü korunmaya ihtiyacın var.'' dedi ellerini masanın üzerinde birleştirerek. ''Acınacak haldesin.''
Bu sözlerin kalbimi yakması mı gerekiyordu? Hiç sanmıyorum çünkü ben gerçekten alıştım. Ailem de bana acımıştı, en yakın arkadaşım da. Hatta o bile. O kırmızı halıda, ben onun karşısında yere oturmuş ağlarken.
Artık acıtmıyor. En azından onu düşünmeyince.
This is it, the apocalypse.
(Bu o, vahiy.)
''Sana neler söylediğini bir düşün Kelly.'' Masanın üzerinde birbirine kenetlenmiş parmaklarına baktım. Suratıma yine o aptal umursamaz gülümseme yerleşti.
Hissediyorum, mutluluk damarlarıma yayılıyor.
''Yalan aşk kelimelerinden mi, yoksa nefret kelimelerinden mi bahsediyoruz?'' dedim alayla. Mavi gözlerine yeniden bakmaya başlarken, yüzüne o gülümsemesini yerleştirmişti. Ben tehlikeliyim gülümsemesi.
''Her şeyden bahsediyorum.'' dedi direkt olarak gözlerime bakarak. ''Kalbini yakan her şeyden.''
I'm waking up, I feel it in my bones
(Uyanıyorum, onu kemiklerimde hissediyorum)
Enough to make my systems blow.
(Sistemlerimi patlatmaya yetecek kadar.)
... Ellerimi tuttu, ve sonra gözlerimin ta içine baktı. İçimden yine bir şeyler ona her baktığımda olduğu gibi kopmaya devam ederken, yüzüne o tapılası gülümsemeyi yerleştirdi. Sıcaklığını tüm hücrelerimde hissederken, sakin olmamı beklemiyordunuz değil mi?
''Harry.'' dedim yutkunarak. ''Ne yapıyorsun?''
Ellerimi daha da sıktı. Şimdi öleceğim. Cİdden.
Bana bu kadar yakın olması iyi değil. Kesinlikle iyi değil. Bunu yapmamalı. Yaşamak için oksijen almaya ihtiyacım var. Ama onun bana tek yaptığı, nefesimi kesmek. Evet, sadece bunu yapıyor. Ah, tabii. Kalbimi küt küt attırıyor olmasından bahsetmezsek.
''Kelly.'' dedi gülümseyerek. ''Bilmen gerek.''
''Neyi?'' dedim zar zor. Kızarmış olmalıyım ki, suratıma uzun uzun bakarak güldü. Tanrım, rezalet.
''Neyi bilmem gerek?'' dedim konuyu değiştirme çabasıyla. Gülümsemesi küçülürken bana biraz daha yaklaştı. Sıcak nefesini hissetmek bile beni öldürebilirdi.
Aşkı zaten öldürüyordu.
''Bimen gerek.'' dedi yeniden. ''Bunu uzun zamandır söylemeyi istiyordum.'' ...
''Bana beni sevdiğini söylemesi.'' dedim aklımdan o anı zor da olsa uzaklaştırarak. Biçimli yüz ifadesini hiç bozmadan başını salladı ve mavi gözlerini biraz daha kıstı.
''Hatırla. Onunla ilgili her şeyi hatırlamanı istiyorum.''
Damarlarımdaki mutluluk azalıyor. Biraz daha hapa ihtiyacım var.
''Bana beni asla incitmeyeceğini söylemesi.'' dedim ellerimi yumruk yaparken. Acıyı yine hissediyordum. En derinlerimde, yine o vardı. Yine o vardı.
Welcome to the new age, to the new age.
(Yeni çağa hoşgeldiniz, yeni çağa)
... ''Gitmem gerek.'' dedi boğuk bir sesle. Pencereden dışarı, deli gibi akmaya devam eden yağmura bakmaya devam ettim. Dudaklarıma aptal bir gülümseme yayıldı.
''Biliyorum Harry. Gitmen gerekiyor.'' ...
''Devam et.'' dedi mavi gözlerini bir an bile üzerimden ayırmadan. Ellerimi daha da sıktım. Hücrelerime kadar yeniden hissediyordum
Onunla ilgili her şeyi.
''Bunu bana neden yapıyorsun?'' dedim dişlerimi sıkarak. Mavi gözlerini gözlerimden çekmedi.
''Bunu sana ben yapmıyorum. O yapıyor.'' dedi kendinden oldukça emin halde.
Haklıydı. Bana bunu o yapıyordu.
I'm radioactive, radioactive
(Ben radyoaktifim, radyoaktif)
... ''Seni hiç sevmedim Kelly. Anlayamıyor musun?'' dedi o soğuk sesiyle. Elimdeki telefonu daha sıkı kavrarken, onu aramam gerektiğini anlamıştım.
O beni gerçekten unutmuştu. Keşke ben de unutubilseydim. ...
I'm waking up
(Uyanıyorum)
''Şimdi söyle Kelly. Ona acı çektirmek istiyor musun?''
Bakışlarımı ne ara üzerine diktiğimi bimediğim ellerimden ayırdım ve sonra yeniden mavi gözlerine bakmaya başladım.
''İstiyorum.'' dedim kendimden emin halde.
Yüzündeki gülümseme genişlerken arkasına yaslandı. Ben mi?
Uyandığımı hissediyordum. Belki de artık yıkılan değil, yıkan kişi olma zamanı gelmişti.
''Madem öyle,'' dedi gülümseyerek ve sonra ekledi. ''Ona acı çektireceğiz.''
I'm radioactive, radioactive
(Ben radyoaktifim, radyoaktif)