Televizyonda reklam çıkınca ortaya çıkan gürültüyle uyandım.
İçeriyi ekrandan yansıyan ışık aydınlatıyordu. Perdeler her zamanki gibi kapalıydı.
Evin bunaltıcı havası hala aynıydı.
Üzerime yarım yamalak örtülmüş pikeyi ayaklarımla itekledim. Terlemiştim. Terleyeceğimi bile bile bunu her seferinde üzerime örtüyordu.
Kalkıp esnedim ve dağılmış saçlarımı yeniden topladım.
Kulağımı dolduran seslerden yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlamıştım.
Hızla sesin geldiği yere, mutfağa koştum. Arkası bana dönük olan iri bir adamın Çağın'ın yakasına yapışmış olduğunu görünce ani bir refleksle ellerim havaya kalktı.
Çağın'ın birden bana bağırmasını beklemiyordum." Laren! " Adam bana döndüğünde hızla ellerimi indirdim. Ama görmüş olma ihtimali yüksekti.
Bu olay bana bir şeyi kanıtlamıştı.
Güçlerim yok oluyordu.
Bu kendimi kaybediyormuş gibi hissettiriyordu ve, gerçekten acıtıyordu.
Bedeninizden bir parçanın yok olduğunu düşünün.
Acı verici.
Eğer eskisi gibi olsaydım, bu adam çoktan karşıdaki duvara çarpmıştı. Hatta belkide, onunla birlikte bir çok şey uçardı.
Ama olmadı. Hiçbir şey uçmadı.
Ellerim havada, öylece asılı kaldı.
Adam Çağın'ı bırakıp bana bakmaya başladı.
Saçmalamayın. Ellerimin havada olduğunu gören bir adam Melek olduğumu nereden anlayabilir ki?
Ama Çağın telaşını gizleyemeden durumu kurtarmaya çalıştı.
" Bab...babam! Laren, bu benim babam! " Daha sonra adama döndü ve, " Baba,arkadaşım Laren. "
Keskin bakışlarını benden esirgemeyen adama başımla hafifçe selam verdim.
Garip ailesi vardı. Kimi sabahın köründe, kimi de gecenin yarısında gelip Çağın'ın boğazına yapışıyordu.
" Senide uyandırdık, kusura bakma kızım. Şu çocukla halletmemiz gereken bir mevzu var da. "
" Ben sizi yalnız bırakayım o zaman. " deyip mutfaktan çıktım.
Uykum yoktu. Bende salonu toplamaya başladım.
Pis değildi ama oldukça dağınıktı. Koltuğun üstünde bıraktığım pikeyi katladım. Koltuğun minderlerinden birini çırpmak için kaldırdığımda altından çıkan bir defter yere düştü.
Eski ve değerli bir şeye benziyordu.
Onu almak için eğildim.
" Laren!" Bana seslenen Çağın yerden aldığım defteri görünce kaşlarını çattı.
Özel bir defterdi.
Belkide hayatın ona sunduğu pislikleri yazdığı bir günlüğüydü.
Defteri ona uzattım.
"Özel bir deftere benziyor. " Şaşkınca, titreyen elleriyle uzanıp defteri aldı benden.
" Ee...evet,öyle. " Defteri televizyonun yanına koydu.
" Bana bir şey mi söyleyecektin?" Hızla başını iki yana salladı.
" Hayır! "
" Sen iyi misin? " Kaldırdığım minderi alıp koltuğa koydu ve oturdu.
" İyiyim. Babam gerilmeme neden oldu. Sonuçta ben hala işsizim. "
Dudaklarım hafifçe kıvrıldı.
Anında gözlerini kısıp kaşlarını çattı.
" Sen geç dalganı! "
Yanına oturdum ve hala çalışan televizyonu kapattım.
İçerisi birden karardı.
" Baban nerede? "
" Üzerini değiştiriyor. Birazdan amcamın yanına uğrayıp tekrar eve gidecek. İşleri varmış. "
Gariptik. Karanlığa esir olmuş bir gece yarısında oturmuş muhabbet ediyorduk.
Normal iki insan gibi.
" Dışarı çıkalım mı? " Yüzünde ki tebessüm görülmeye değer bir sanat eseri gibi karanlık odada parladı.
" Tamam. Nereye gitmek istersin? "
" Fark etmez. Sadece, hava almak iyi gelecek. "
🌹
Zamana uymamız gerekirken,biz zamanı kendimize uyduruyorduk.
Bizim için gece sokaklar daha güzeldi. Yalnızlık daha iyi, karanlık daha özeldi.
Bir zamanımız yoktu.
Gece yarısı kalkıp salonda otururduk. Her zaman kapalı olan perdenin engellediği ışıklar varken uykuya dalardık.
İstediğimiz zaman yerdik, istediğimiz vakit uyurduk ve istediğimiz an istediğimizi yapmak isterdik.
Zaman buna alışmıştı.
Bir saatimiz yoktu. Saatleri, dakikaları bilmeden yaşıyorduk.
Yine bir gece yarısı deli gibi çıkmıştık sokağa. Gidebileceğimiz bir yer yoktu. Ama kaldırımda çarpışacağımız, yol vermek zorunda kalacağımız insanlar da yoktu.
Yalnızdık.
Ve özgür.
Yalnızlığın getirdiği özgürlük bizi tatmin ediyordu.
" Laren, " dediğinde bana yetişmesi için olduğum yerde bekledim.
" Yarın seni Sera'ya götüreceğim. "
Bu karanlık sokaklarda peşimden ağır adımlarla yürürken Sera'yı düşündüğünü biliyordum.
Nedenini sormadım.
Çünkü onu görmek istiyordum.
Peşimizden akıp giden zamanda sessizce yürüdük. Bir sokaktan çıktık, bir diğerine girdik.
Sonunda kendimizi Çağın'ın apartman dairesinin önünde bulduğumuzda ayaklarım isyan ediyordu.
Sessizce onun kapıyı açışını izledim.
Ardından içeri girdik ve kendimizi salondaki koltuklara attık.
Burada uyumak tuhaf gelmiyordu. Çağın bir kere halının üstünde uyumuştu. Bir sefer masanın üzerinde uyuduğumu hatırlıyordum. Artık uyandığımda nerede olacağımı tahmin etmek zor oluyordu.
Bazen koltukta uyuya kaldığımda kendimi Çağın'ın yatağında buluyordum. Beni taşıyordu.
" Uykun var mı? "
" Biraz, " deyip başının altındaki yastığı düzetledi.
Üzerinde ki tişörtü yine çıkartmıştı. Bu bana tuhaf gelmiyordu çünkü erkek Melek' ler, büyük kanatlara sahip oldukları için böyle gezerlerdi.
Çıplak bedenine baktım.
Bugün hava her zamankinden de kötüydü. Her ne kadar evin içinde hissedilmesede dışarıda sert bir soğuk vardı.
" Üşüyeceksin. "
Uykusunda mırıldanarak,
"Bir şey olmaz." dedi. Kalkıp, katladığım pikeyi aldım.
Tam üzerini örtecekken sert bir çarpma sesinden sonra kırılan cam çığlık atmama neden oldu.
Çağın aynı anda kalkıp beni arkasına alıp geriye iteklerken, onun iki koluna birden tutunmuştum.
Uzun bir aradan sonra tekrar bize uğramışlardı.
Eylül YILDIRIM / Ağustos 2018
Oy vermeyi unutmayın 🌹
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANATSIZ
FantasySert bir baş ağrısı ile uyandı. Karanlıktı. Ama gözleri karanlığa alışmaya çalışıyordu. Sessizdi. Ama kulaklarında bir çınlama kol geziniyordu. Yorgundu. Ama artık akrep ve yelkovan kadar yalnızdı. Bu hayat farklıydı ve o asla buraya ait değildi. ...