Aradan sadece bir hafta geçti ve fırıncı beni kapının önüne koydu. Meğer planı beni bir hafta ücretsiz çalıştırıp para istediğimde kovmakmış.
Kovulduğumu öğrendiğimde güneş batmak üzereydi. Unları süpürdüğüm çalı süpürgesi elimden düştü.
"Usta, bir kusurumu mu gördün? Bir haftadır karşılık istemeden çalışıyordum oysa ki."
Elindeki hamuru tezgaha bıraktı. "Şu fakirlik zamanında dükkanda eleman çalıştıramam. Kusura bakma. Al şu beşliği, hakkını helal et."
Yumruklarımı sıktım. "Nasıl çalıştıramazsın ya? Madem beni çalıştırmaya niyetin yoktu neden bir haftadır deneme haftası süsü vererek ayak işlerini yaptırıyordun?"
"Al şu parayı git hadi uzatma, velet!"
Beşlik banknotu ortadan ikiye ayırdım. Sonra da dört parça olacak şekilde yırttım. Hamurun üstüne attım.
"Hakkımı falan da helal etmiyorum. Boğazından gelsin!"
Önlüğümü yere atıp üstünde bir süre tepindim. Sonra ceketimi aldığım gibi kendimi fırından dışarı attım. Yaşımı saymayı bırakalı çok olmuştu olmasına ama şu fırıncıdan çok da genç değildim aslında. Bana böyle velet muamelesi yapması gururuma dokunmuştu.
Dükkanların olduğu sokakta herkesten iş istedim. Ama sanki iş değil de para istiyormuşum gibi bana dilenci gözüyle bakıp beni kapılarından kovdular. Herkes kendi işini kendi yapabiliyordu. Kimsenin yardımcıya ihtiyacı yoktu.
Dakikalarca iş arayışımın sonunda köşe başındaki şarküterici amca bana acıdı ve iş verdi.
Bana vadettiği para acınacak derecede az olsa da işi hevesle kabul ettim. Dükkan kapanmak üzere olduğu için koşa koşa eve gittim.
Yaşıtlarımın top oynadığı sahanın yanından geçerken rahatsız edici bakışlarla karşılaşmıştım. Kaptan hırsız olduğumu söylediğinde ailesi bunu pek önemsememişti. mahallenin çocukları ise şahit olmuşçasına sarılmışlardı bu fikre. Bir daha onlarla top oynayamayacağımı söyleyip beni mahalle meydanından sonsuza dek kovmuşlardı kendilerince.
Ben de yaşını saymayı bile bırakmış bir adam olarak veletlerle top oynamaya pek meraklı değildim açıkçası.
Büyükannemin evin avlusunu yıkadığını görünce hafiften tırstım. Belini ağrıtan işleri yaptıktan sonra hep çok huysuz olurdu.
"Kolay gelsin büyükanne." dedim. Sesimden yorgunluk akıyordu adeta.
Aynı anda arkamdan kaptanın annesinin sesini duydum. "Kolay gelsin tabii ya, kolay gelsin. Seninle uğraşıyor kadıncağız. Kolay gelmesine ihtiyacı var sahiden."
Arkamı döndüğümde elini beline koymuş çirkef bir kadın ve yanında göğsünü kabartarak ukala ukala sırıtan kaptanı gördüm.
"Ne geveliyorsun kadın?" dedi aslan büyükannem. Beni ise ter basmaya başlamıştı.
"Senin bu torunun var ya abla" dedi pisleşmeye başladığını işaret eden bir ses tonuyla. "Oğlumun odasına girip gece vakti eşyasını çalmış. Bir güneş gözlüğü..."
Büyükannemle göz göze geldik. Hangi güneş gözlüğünden bahsedildiğini şıp diye anlamıştı cin kadın. Ama başını dikleştirdi. "Ne münasebet! Kanıtınız var mı?"
Kadın parmağıyla kaptanı işaret etti. "Oğlum gördü diyorum işte abla. O çaldı diyorsa çalmıştır."
Büyükannem kalın kaşlarını kaldırdı. Alnı çizgi çizgi olmuştu. "Benim oğlum da çalmadım diyor. Senin kıçı kırık oğluna mı inanacağım kendi tosunuma mı inanacağım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FERİS
Science FictionÖlümsüzlükten kurtulmak için ölümsüz olmadığı yıllara yolculuk eden bir adam ve peşinden sürüklenen sevdiği kadın... Fakat çocuk oldukları yıllara döndüklerinde bedenen de çocuk olmanın nasıl bir his olduğunu tahmin edemezlerdi. Geçmişi hoyratça de...