'' Uzun bitmez bir yoldayım,
Kaçıyorum siboptan öteye
Bilmiyorum kaçıyorum
Kaçıyorum, kaçıyorum... oyy
Sibobu gördüğüm an
3,5 attığım zaman
Deli gibi korksamda
Geçiyorum dalgamıda
Geçiyorum, kaçıyorum... oyy ''
Telaşlanıp kaçma yolunda emin adımlarla ilerlerken İç Eren'in yüzsüzce karaciğerimin üstünde bağdaş kurup ünlü ozan Aşık Veysel'in türküsünü şu anda olduğum duruma göre yorumlaması gözlerimi yuvarlamama sebep olcaksa da gözlerimi yormanın gereksiz olduğuna karar vermeden hızla devam ettiğim koşuya odaklandım. Arkama bakmadan koşuyor, üstüme yönelmiş bakışları umursamıyordum. Nereye geldiğimi bilmesemde hızla kaybolan küçük ağaçlar, kısa aralıklarla geçen araçlar dışında başka bir şey gözüme takılmamıştı. Akciğerlerimin parçalanacakmış gibi acımasını umursayamadan çarptığım oldukça yumuşak beden adeta devasa bir trombolinmişçesine geriye savrulmama sebep oldu. Adrenalinin etkisiyle küçük dilimin arkasına yerleşmiş gibi atan ve anın şokuyla dahada organ olmaktan çıkan kalbim o an tam bir canavardı. Bedenimi parçalıyor, parçalıyor ve bitiriyordu. Evet tam olarak bu. Kalbim şu an daha sağlıklı olsa belkide güreşe çıkan bir pehlivan gibi bende cesur olabilirdim.
Bakışlarımın on an kilitlendiği kişi, normal zamanlarda hiç bu kadar özlemeyeceğim, on yıl görmesem şuan ki kadar mutlu olmayacağım insandı. Oydu... O.. kim merak ediyor musunuz? Söylememe ihtiyacınız var mı? Gerçekten bu ismi duymak istiyor musunuz? O kişi .. evet o, o benim kadim dostum Teoman Çarıklı'ydı. Tanımadınız mı? O da kim mi diyorsunuz? Kafanızın üstünde yanan bir ampulde mi yok? Pekala o Teo. Kiloloarından dolayı oynayamadığı halde ayağından basketbol ayakkabılarını çıkarmayan yegane tek ve binbir kusurlu arkadaşım.
Ben düşüncelerimin arasında arkaya doğru savrulurken çarptığım şey oldukça sertti. Bu sefer kendimi duvara çarpmış gibi hissediyordum. Yalnız, az önceden alışkanlık olduğundan mıdır yoksa çarptığım şeyi görmeye korktuğumdan mı bilmem tekrardan Teo' ya doğru savruldum. Teo' nun yumuşak bedeni beni tekrar arkaya savuracakken sızlamaya başlayan kemik çıkıntılarımı düşünüp kendimi dizginledim.
"Yeter ulan! Falloş oldum iki dakikada."
Ellerimi saçlarıma götürmüş sarsıntıdan dolayı kuş yuvası olan turuncu tellerimi düzeltmeye çalışmıştım.Nagivasyon gibi bir kız olamadığım için bakışlarımı kısa bir sürede etrafımda dolaştırdım.
Büyük sıra sıra akasya ağaçları ve bordo binalardan oluşan site Teo' nun yaşam alanı demekti. Yani ben ortalama çok kısa bir sürede bizim evden buraya kadar koşmuştum. Kendimi tebrik edemeden şuan nefesimin oturma organımdan çıkacakmış gibi olmasının tek sebebi olan oğlan çocuğunu tekrardan ciddiyetle fark edebildim. Kendimi adamın dibi arkadaşım Teo' nun arkasına gizledim. Benim tek yegane hımbıl dostum teo homini gırtlak mideye indirdiği mamacıklar sayesinde beni gayet rahat arkasında saklayabiliyordu. Ellerimi omuzlarına çıkardım ve sol omzunun üstünden Sibop oğlanı gözüme kestirdim.
"Kanka bu sibop beni kovalıyor. Akciğerlerim kurudu vallaha bu soğan cücüğü yüzünden. İndir şunun façasını aşağı, görsün gününü hırbo."
Söylediğim her kelimede Sibobun kasları geriliyor, kaldırdığı tek kaşı yetmezmiş gibi biraz daha kaldırıyordu. Yalan yok, dürüst kızdım. Şuan fena korkuyordum. Öyle böyle değil. Çok fena.Ama emindim. Teo bana az yemek ısmarlamamıştı, o anların hatırına koruyacaktı beni bu dingilden.
Ve Teo hafif geriledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TÜKÜRÜK
Teen Fiction(Yeniden yayımlanıyor.) Normal olmayacak kadar anormal. Klişelerden uzak kendi klişemi oluşturduğum bir hikaye. "Hey tükürükçü!" "Ne var lan sibop?" "Bak kızım alacağım ayağımın altına. Benimle düzgün konuş lan!" "Birader alırım ayağımın altına, lan...