Katıksız Sibop

39 6 0
                                    

Tık tık tık

...

Tak tak tak

...

Tuk tuk tuk

"Ereeen! Yeter artık uyan! Öğlen oldu kızım, okul var okul!"

Annemin cırtlak sesi beni huzursuz bir güne başlatırken, okula geç kalmış olmam hatta devamsızlığımın doluyor olması yataktan çekirge misali fırlamama sebep oldu. Alelacele üstüme bir şeyler giymeye çalışıyordum.
"Ne demek geç kaldım, geç kaldım ne demek, kaldım geç demek ne?"

Annemden cevap alamayınca arkamı dönüp az önce olduğu yere baktım. Boştu. Depresyonunu hala atlatamamıştı ve tatlı yemekten başka yaptığı bir şey yoktu. Dün eve geldiğimde salonun sümüklü peçetelerle olan imtihanı, saçlarının benimkinden bile ileri derece kuş yuvalığı ve mutfak tezgahındaki boş çikolata kavanozları olan biteni anlatıyordu. Balkabağım depresyonda. Ve bunu atlatması ne kadarı alır hiçbir fikrim yok.
Bu başıma ilk defa geliyordu. Bilirsiniz işte bazı çiftler nasıl anlatayım, hani böyle vıcık vıcıktır. Benimkiler de aynen öyleydi. Bu ikisi içinde zor bir süreçti tabii benim için daha zor. Çünkü baş etmek zorunda olduğum ergen annem ve her zamankinin aksine 3 gündür 10 dakikada bir arayan babam vardı. Bunlar sadece çekirdek ailem tabii. Teo'yla aramız yeni düzelmişti. Sibop şu üç günlük süreçte bana kafayı takmış durumdaydı. Ve bahattin hoca...

Saçlarımı taradıktan sonra olduğu gibi bırakırken gözlerim etrafta Elizabeth'imi arıyordu. Son birkaç gündür ilgilenmediğim kızım iyice yalnız kalmıştı. Şarj etmeyi bile unutmuştum. O bunlara alışık değildi ki. Ben her gün uyumadan önce onu emin bir yere koyar sabah gözlerimi açar açmaz ona sarılırdım. Elizabeth ilgiye muhtaçtı. Olayların gölgesinde yalnız kalmış, karanlığa mahkum olmuştu. Onun bana ihtiyacı vardı.
"Ah bebeğim" diyerek nazik hareketlerle elime aldım onu. Gözümle sevdim önce, sindire sindire, harlanmış hasretimi dindirebilmek için doyasıya izledim canına yandığım her köşesini. "Ne güzelsin sen öyle." Orta tuşuna bastığım telefonumun ekranı aydınlanınca sol üst köşedeki rakamlar takıldı gözüme.

10.03

"Hay a-..."

Odanın köşesine gelişigüzel atılmış çantamı sırtlayıp salona geçtim. Annem sabah erkenden temizlik yapmış olmalıydı. Parkeyi öyle bir cilalamıştıki parke yüksek dozdan kimyasal reaksiyonla madde değişikliğine uğrayıp ayna olmaktan zor kurtulmuş bile olabilirdi.
"Anne" ineğin acıktığında böğürdüğü gibi benimde yüksek sesle bağırmama karşı annem oldukça sakin ve güler yüzüyle mutfaktan çıktı.
"Efendim hayatım?"
Yukarı kalkan kaşlarımdan dolayı alnımdaki kırışıklıkları hissediyordum çünkü bir o kadar şaşırmıştım. Annemin daha dün geceki yıkılmış görüntüsü, bezgin yüz ifadesi ve dağınık evimiz yoktu. Karşımda mutlu ve bakımlı bir kadın vardı. Üzerindeki kırmızı, kolsuz, dizinde biten elbisesi ona çok yakışmıştı. Turuncu, kıvırcık saçlarını ensesinde topuz yapmıştı. Ayrıca makyaj da yapmıştı. Benim aksime o çillerini sevmezdi ve özel günlerde saklamak için bütün kozmetik ürünlerini kullanırdı. Bugün de öyleydi. Çillerinden dolayı yüzüne fondoten ve pudrayı boca etmiş, sakin bir göz makyajıyla, hafif ruj sürmüştü. Mutlaka bir şey olmalıydı. Acaba babamla mı barışmışlardı? Umarım öyle olurdu. Yoksa annemin bu kadar mutlu olmasının başka imkanı yoktu.
Yinede ona belli etmedim. Zaten akşam babam geldiğinde görürdüm ve her şey netleşmiş olurdu. Şimdi yanlış bir şey yapmak istemedim. Sadece sevincimi gözlerimdeki ışıltıda sakladım..

"Çikolatalı tostum hazır mı bal?" Ona seslenişimle kıkırdayıp mutfağa geri döndü.
Elinde folyoya sardığı tostla geldi. "Al bebeğim soğumadan ye ve daha fazla ders kaçırmadan okula gitmeye çalış" deyip tekrar mutfağa döndü. Omuz silkip evden ayrıldım.
"Kokusu çıkar akşama..."

TÜKÜRÜK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin