Günler akıp geçmiş, taş kuzenler geleli tam bir hafta olmuştu. Tunç'la iyice arkadaş olmuştuk. En arkada oturduğumuz için pek ders dinlediğimiz söylenemezdi. Onun yerine Tunç'un bana anlattığı ilgi çekici hikayelerle vaktimizi geçiriyorduk. Arada komik şeyler de anlatıyordu ama boş konuşan biri değildi.
Yine bir İngilizce dersinde böyle konuşurken hocanın sesiyle irkildim.
"Nilüfer sen hafta sonunun nasıl geçtiğini bize anlatmak ister misin?"
"Anlamadım?"
"Anlasan şaşırırdım zaten, Tunçla ikinizin ders dinlediği yok ki"
"Onun suçu yok hocam, ben bir şey anlatıyordum" bu kurtarıcı ses yanımdaki deniz kokulu yakışıklıdan geliyordu. Dudaklarımı oynatarak "yapma" dedim, bana bakmıyordu bile.
"Ama isterseniz hafta sonumu ben anlatabilirim, zaten Nilüfer'le beraber geçirdik."
"Tamam bu seferlik böyle olsun, başla bakalım"
Tunç mükemmel bir akıcılıkla anlamadığım bir şeyler anlatıyordu. Daha önce bu okulda bu kadar hızlı İngilizce konuşan görmemiştim. Hocanın bile ağzı açık kalmıştı. Sen misin bize bulaşan. Al işte kaldın öyle. Gerçi ben de kalmıştım. Tunç anlatıyor ben amin diyordum resmen.
Zilin çalmasıyla yerine oturdu ve bana çekici bir biçimde göz kırptı. "Na-Nasıl?" diyebildim. Arkasına yaslanarak anlatmaya başladı. "Babam ve amcam, Esila'nın babası oluyor yani" Esila'nın adını duyunca dinleme hevesim kaçmıştı. Ama Tunç'u kırmamak için dinliyordum.
"İşleri gereği sık sık geziyorlar, biz de peşlerinden sürükleniyoruz. İster istemez İngilizcemiz gelişti. İşte şimdi ülkemize döndük ama ne kadar kalacağımız belli değil. Belki bir hafta, belki bir yıl"
Esila'nın gitme fikri gülümsememe sebep olmuştu, ta ki iç sesim mutluluğuma ....
Bulaşana kadar diyecektim canım ne terbiyesizsiniz.
"E o giderse, Tunç da gider" "Bi kere de bozma iç ses ya" "Napayım kızım işimiz bu" Offf!
-----------------------------------------
Yine bir öğle arasıydı ve yine bizim tayfa kantinde tıkınıyorduk. Çağatay evde kızarttığı tavuğu kemiriyor, Barış ciğer yiyor, Bora da masa altından kan içiyordu. Biz de yeni gelen döneri denemek istediğimiz için ondan yiyorduk.
BaYat çiftinin arası bozulmuş gibiydi. Evet Barış ve Hayat'a verdiğim isim, Bayat.
Hayat sürekli konuşmaya çalışıyordu ama küçük zombim yüz vermiyordu ona. Ama şimdi sormak olmazdı. Nasıl olsa akşam sıkıştıracaktım Barış'ı.
Bora da pek iyi görünmüyordu açıkçası. Bu çocuk dengesiz yemin ediyorum. Bir gün neşeli, bir gün depresyonda, bir gün melek, bir gün sinirli...
Taş alarmı! Taş alarmı!
Hayır Tunç değil, keşke o olsa. Gelen kuzeniydi. Sarışın kıvırta kıvırta geldi ve masanın önünde durup hepimize gülümsedi. Sonra Bora'ya eğilip güya fısıltıyla "Konuşabilir miyiz lütfen" diye sordu. Hee duymadık zaten. Ben duyayım diye yapmadıysa ne olayım. Cadı olan Derin değil, aha bu.
Bora başıyla onayladıktan sonra usulca oturduğu yerden kalktı. Tam masadan uzaklaşacakken kulağıma eğildi. Ne dediğini duymak için ekstra çaba harcadım desem yalan olmaz.
"Demek hafta sonu Tunç'laydın. Biz de Hayat senleydi sanıyoruz. Beni ilgilendirdiğinden değil ama Barış çok kızdı" Ve Esila'yla beraber gözden kayboldular.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayrı Dünyaların Yaratıklarıyız
RomanceHerkes lisede arkadaşlarıyla aynı evde kalmak ister. Ama benimkiler arkadaş değil fantastik dizi kuşağı sanki. Bir vampir, bir kurt adam, bir zombi, bir cadı, bir hayalet Ve sıradan, sıpsıradan olan ben. "Onu sevmemem gerektiğini biliyorum. O ve ben...