Elini Bora'ya uzattı ve oldukça çekici bir biçimde gülümsedi. Benim asla ama asla yapmayı beceremeyeceğim bir gülümsemeydi bu. "Selam, ben Esila" Başka bir erkek olsa anında çıkma teklifi ederdi ama bizimki "o olay"ın etkisiyle sadece "Bora..." demişti.
Kızın aşırı çekici olması beni endişelendirirken, Bora'nın hala koruduğu soğuk tavrı ve sarışına ilgi göstermemesi beni rahatlatmıştı.
Beynimde sayısız düşünce, kalbimde sayısız duygu at koşturuyordu.
Esila'nın bir şekilde onu etkileyeceği düşüncesi, bir yandan Bora'nın ona oldukça soğuk davrandığı düşüncesi, yine de onunla bir daha asla eskisi gibi olamayacağımız düşüncesi; endişe, kaybetmişlik, umutsuzluk ve çaresizlik...
Ama bir dakika! Bora'yı tanıyordum. O çapkın biri gibi gözükebilirdi. Kızlara yakın davranıp fazla samimi biri gibi de gözükebilirdi. Ama onu iyi tanıyordum. Bunlar sadece takılma ve küçük şakalardan ibaretti. Daha önce hiçbir kızla çıkmamıştı. Ya beklediği biri vardı, ya da kızlar ilgisini çekmiyordu. İki durumda da Esila'nın bir şansı olamazdı. Ne yani benim kan emici odunumun ilgi duyduğu ilk kız bu süslü olamazdı değil mi? Olabilir miydi?
Bal gibi de olurdu gerizekalı. Bir kendine bak bir şu kıza. Onun ela, büyük gözleri ve sarı, dalgalı, parlak saçları karşısında senin kahverengi gözlerinin ve uçları kırılmış koyu kızılımsı saçlarının bir şansı olabilir miydi gerçekten? Ya da uzun boyu ve güzel yüzü karşısında senin ortalamanın altındaki boyun ve güzel (öyle diyolar) ama bakımsız suratın ne yapabilirdi?
Neden Hayat'ı dinleyip biraz kendine bakmazsın ki?
Haklısın iç ses" Egolu, bencil, umursamaz iç sesim "I'm right and I know it..." diye şarkı sözlerini mahvederken hafif bir sesle iç geçirdim.
Bana bakan 5 çift göz bunun hafif bir iç çekiş olmadığının kanıtıydı. Bora Ve Esila bakmıyordu tabi ki. Çünkü onlar... Ne! Çünkü onlar hala birbirlerine bakıyorlardı! Ah harika!
Bu manzaraya daha fazla dayanamayacağımı anladım ve en arkadaki sırama doğru yürümeye başladım. İyi düşünmeye çalışmalıydım. Pozitif olmalı ve derslerime odaklanmalıydım. Belki biraz neşelenmeliydim de...
Fizik hocamız sınıfa dönünce herkes yerlerine oturdu. Boş kalan sadece iki yer vardı. Benim yanım ve başka bir çocuğun yanı. İçimden hocanın Esila'yı yanıma oturtmaması için hatim indiriyordum. Hayır, Tunç otursun diye değil! Esila oturmasın diye. Ama başka yer kalmadığına göre Tunç da yanıma oturabilirdi. Farketmez. Gerçekten.
"Tunç, oğlum sen en arkaya geç istersen" Oğlum mu? Hocam bi kendine bak bi şu meteora bak Allah aşkına. Oğlum diyerek hakaret etme çocuğa istersen. Dur lan! Ne dedi o? "Tunç en arkaya..." dedi dimi? Sarışın taş parçası benim yanıma geliyo. Yeah baby! Yani Esila benim yanıma gelmiyo işte. Yaşasın.
Tunç o harika olgun gülümsemesini takınmış en arkaya doğru yürüyordu. Kaç yaşındaydı bu çocuk, 30 falan mı? Yanıma oturduğunda sırayı bir deniz kokusu kaplamıştı sanki. Ve aynştayn hocamız bu kokunun etkisi altındayken ders dinleyebileceğimi mi düşünmüştü? Yüs puan...
Yakından bakınca daha da yakışıklı olması normal miydi ki? Esila'yla cidden benziyorlardı. Hiç mi üretim hatası olmaz kardeşim. Siparişle yapılmışlar resmen. Bunların sülaleyle tanışmak için can atıyorum.
Dersler bitmiş, zalım coğrafyacıya hayatımdan birkaç saat ve bir arkadaş (evet arkadaş) çalan gereksiz ödevi vermiştim. Yine beraberce servislere doğru yürümeye başlamıştık. Neyse ki mükemmel kuzenlerle aynı serviste değildik. Yarım saat az görmek bile benim için avantajdı sonuçta.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayrı Dünyaların Yaratıklarıyız
DragosteHerkes lisede arkadaşlarıyla aynı evde kalmak ister. Ama benimkiler arkadaş değil fantastik dizi kuşağı sanki. Bir vampir, bir kurt adam, bir zombi, bir cadı, bir hayalet Ve sıradan, sıpsıradan olan ben. "Onu sevmemem gerektiğini biliyorum. O ve ben...