07

4.8K 632 1.4K
                                    

*Yoyo playing I Need You for his angel.


Etrafımda ne olup bitiyorsa bir çift minik göz tarafından takip etmekten başka bir şey yapamıyordum. Kalbim deli gibi atıyor, ruhum vücudum içinde koşuşturup duruyordu. Kalbimin alev alev yandığını hissediyor aynı zamanda onun güzel kokusu burnumda dolandıkça ferahlığın tadını çıkarıyordum. Küllerden sakınıyordu beni sanki. Garipti, sevmek çok garipti. Günden güne hastalığımın beni ele alması gerekirken Jimin tarafından kuşatılıyordum. Her gün, biraz daha seviyordum. Söylesenize, Jimin tedavimin mi yoksa hastalığımın mı bir parçasıydı? Ben artık bilemez oldum.

Tanrım... Ne olur her şey güzel olsun. Üzülmeyeyim, olur mu? 

Annem çalmakta olan kapıya doğru adım attığında hiç düşünmeden önüne geçip bedenimi kapıya yaslamıştım. Korkuyordum. Bir şeyi hem çok isteyip hem de korkar mıydı insan? Bu normal miydi? Şey gibiydi bu, lunaparkta bir hız trenine binmek gibiydi. En önde yerimi almış ve makinistin düdük sesiyle hızla raylara fırlamak üzereymişim gibi. Heyecanlı, bir o kadar da korkulu.

"Ben açayım." demiştim cılız bir sesle. Sesim bile kendini kaybetmişti, aklım nasıl başımda dururdu ki?

Kapı bir kez daha vuruldu. Minik elleri acımıyordur umarım kapıyı çalarken. Kıyamam ki.

'Açmalıyım.'

Kapının her çalışı kalbimin ritmini bozuyordu, yavaşça bedenimi kapıdan ayırıp annemlere sırtımı döndüm, bir elimi kalbime bir elimi de kapı kulpuna götürdüm ve biraz bekledim. Gözlerimi kapatırsam daha hızlı yapabileceğimi hatırlattım kendime. Kirpiklerim elmacık kemiklerime değene kadar gözlerimi sıkı sıkı kapattım. 

Buz kestiniz mi hiç? O an hissettim ben buz kesmek ne demekmiş. Ellerim buz gibiydi lakin kalbim... Kalbimin içi asla soğumuyordu onun yaşadığı yer orasıyken. Hehe, yine koca bir 'garip'.

Derin bir nefes aldım. Ne oluyorsa olsundu, iyi şeyler düşünmeliydim. Hala gözlerim kapalıyken kapının kulpunu aşağı doğru indirmeye başladım.

'Ve birkiüç.'

~

Kapı aralandığında içeri tarih edilemez bir koku sinmişti, apartman koridorundan salonumuza yansıyan ışık herkesçe apartmanın lambalarından kaynaklanıyordu belki de ama bana göre onun yaydığı ışıltıydı bu. Bir lütuf gibiydi Jimin. Lakin sadece görebilene. En güzel ben görüyordum onu.

Gözlerimi ufak ufak aralamıştım, kalbimi tutan ellerim beyaz kazağımı avuç içlerinde sıkıştırmış ve sıkı sıkı tutmuştu. Ütüsü bozulmasın diye verdiğim tüm emekler isteğim dışında çuvallamış ve avuçlarımın içinde buruşmuş kalmıştı. 

Heyecan, sen kötüsün. Buruş buruş oldum. Hoş de-ğil.

Sırtındaki çantası tek omzunda duruyordu, kapıya uzanan eli yavaşça çantasını tutmak için geri gittiğinde gözlerimi güzel yüzüne çevirmiştim. Sarı saç tutamları düzenli aralıklarla alnına düşmüş, dışarının soğuğundan dolayı yüzünün güzel ayrıntıları her zamankinden daha beyaz hale gelmişti. Güzel burnunun ucu hafif kızarmış, dudakları bir çilek reçeli pembeliğinde bürünüp parıl parıl parlamıştı. Keskin minik çenesi boynuna doladığı ince mavi bir atkıyla birleşmişti, beyaz yağmurluğunun içindeki bedeni sergilediği utangaç tavırlarla tam da sarılıp 'Sen o kadar güzelsin ki!' diyerek bağırma isteği uyandırıyordu. Benim minik tatlı elma kurdum.

Gülümsedi, al al olmuş yanaklarına odaklanmaktan onu içeri buyur edememiştim. Sarı melek diyordum ama o şu an her rengin en güzel tonlarıyla bir arada, tam karşımda dikilip meleklerden bile daha güzel varlıkların olduğuna tanıklık getiriyordu.

angel tent •yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin