*Sasha Sloan - Older
Aralanan gözlerim sonuna kadar açılmış pencereden içeri süzülen güneş ışığıyla temas ettiği an kafamı diğer tarafa çevirdim. Yorgundum. Gözlerimi açık tutmak, en az 5 çuval taşımak kadar zor geliyordu. Bedenim, görmek istemediğime emin olduğum yaralara ev sahipliği yaparken belli belirsiz aralıklarla aldığım her nefes göğüs kafesimi acı içinde yükseltip indiriyordu.
Kollarıma bağlı olan ince boruların vücuduma yaydığı soğuk sıvıyı her zerremde hissediyor ve ürperiyordum. Mevsim yazdı ama içinde bulunduğum olaylar beni sert bir ayaza hapsetmişti. Dört gündür uyuyup uyanıyor, hemşirelerin 'Kendine gelecektir. Biraz zamana ihtiyacı var.' palavralarına kulak misafiri oluyordum.
Her gözüm aralandığında bir daha uyanabilmek adına bana yardımcı olan bir yüz beliriyordu karşımda. Ablam... Donuk siması ve kan çanağı olan gözleriyle her gözlerim açıldığında başucumda beliriyor ve zoraki bir gülümsemeyle dudaklarını oynatıyordu. 'Geçti.' diyordu, 'Her şey geçti.'
Bu defa uyandığımda doktorun çenemi kavradığı elleri uykuya kaçışımı engellemişti.
"Artık ayaklanma zamanı, küçük adam."
Sanki çok kolaymış gibi konuşuyordu hepsi, sanki hiç beni anlamıyorlarmış gibi. Sanki... Sanki hiç kaybolmayı ve kaybetmeyi tatmamış gibi.
"Ablacığım, eğer biraz gayret gösterirsen ilaçların seni daha iyi yapacak. Hadi..." Kısık gözlerimin arasından ablamın bize doğru uzandığını ve doktorun kolunu kavrayıp benden uzaklaştırdığını gördüm. Size söylemiştim, bana beni anlayan insanlar lazımdı.
Kafamı zorlukla aşağı yukarı salladım. Bir eli yastığıma ulaşırken bir diğeri de belime dolandı. Yatağın yanından birkaç tuşa uzanıp yaslandığım yere belirli bir açı vermiş ve yastığımı düzeltmiş, beni arkaya doğru ağır hareketlerle bırakmıştı. Oturuyor hale geldiğimde zorlukla yutkundum ve gözlerimi tekrar araladım. Bıraksanız yataktan aşağı paldır küldür düşecek olan da bendim, ablam uğruna dişlerimi sıka sıka bedenimi ayakta tutan da.
"Ben hallederim." diyerek hemşirenin elinden aldığı ilaçları yandaki çekmeceliğin üzerine yerleştirdi. Doktorun söylediği birkaç cümle ablamın kafasını sallamasına ve onay vermesine sebep oldu. Tıp dilinde konuşmaları sevmiyordum, zaten bilmediğim onlarca detay vardı ve böyle oldukça her seferinde bir yenisi daha ekleniyordu.
Doktor dahil tüm hemşireler de kapıdan çıkarken ablam bana uzanmış ve boynumu kavramış, beni öne doğru getirip yandaki ilaçlardan bir tanesini döktüğü değişik kaşığı ağzıma doğru getirmişti.
İlacın boğazımda bıraktığı keskin tat ağır ağır vücuduma yayılırken yüzümü ekşitip sırtımı arkamdaki yastığa doğru götürdüm. Başımın ağrısı bir öncekilerle kıyaslandığında oldukça şiddetliydi. Kollarım acıyor, göğsüm sızlıyordu. Nefes almak can acıtıcıydı.
Ablamın teni solmuş ve ruhu o güzel bedeninden çekilmişti sanki. Üstü başı kirlenmiş, tıpkı benim kesilmeden önceki saçlarımı andıran kısa ve siyah saçları yağlanmıştı. Ojeli tırnakları yenildiğini çok belli eden bir şekilde kısalmış, siyah boyası kısım kısım soyulmuştu.
Babam ise ablamın tersine çok hareketli, fazla kıpır kıpırdı. Her 2 dakikada bir iyi olup olmadığımı, istersem doktorları hemen çağırabileceğini, aç olup olmadığımı, başka bir şey isteyip istemediğimi vs gibi soruları art arda sıralıyordu. Korkmuşlardı, içinde oldukları şey şoktu. Hiçbiri nelerin olup bittiğine inanamıyor ve kendilerine sahip çıkamıyordu, tıpkı yan odalardan birinde serum bağlı halde yatan annem gibi.