Diana kocasını özlüyordu. Çok özlüyordu. Gündüzleri ondan ayrı geçen saatler geçmek bilmiyor, geceleri ne yaparsa yapsın ona doyamıyordu. Her gece kollarında kıvranıyor, sabaha karşı yorgun argın uykuya dalıyordu. Artık onun karanlıkta gelmesine ve güneş doğmadan bir öpücükle veda edip gitmesine alışmıştı. Bunu hiç garipsemiyordu. Her sabah gözünü açtığında komidinin üzerinde bir tane gül buluyordu. İlk hafta hepsi tek bir gül tomurcuğuydu. Sonraki hafta küçük bir pembe lilyum demetinin arasına gizlenmiş yeni açmış bir gül buldu. Odası artık çiçek gibi kokuyordu. Gül kokusu lilyumların tatlı kokusuna karışmıştı. Her bir çiçek onu o kadar mutlu ediyordu ki hiçbirini atmaya kıyamıyor, okşamaya doyamıyordu. Bazen onlarla muhabbet ediyordu.
Onları getiren elin sahibi kimdi? İlk günlerde bu soru onun için çok önemliydi. Ama artık hiçbir önemi kalmamıştı. Yüzünde o iğrenç yara izi bile olabilirdi. Diana onun dış görüntüsünü değil, bedeninin içindeki ince ruhlu adamı seviyordu. Ona karşı ilk geceki kadar nazikti. Her zaman sevildiğini ve güvende olduğunu hissettiriyordu. Bedeninin her santimine aynı özeni gösteriyordu. Diana onu çok seviyordu.
Diğer tarafta ise Tate vardı tabii. Hala ona karşı boş değildi. Ondan çok hoşlanıyordu. Her an her saniye yanında olması da duruma yardımcı olmuyordu. Son zamanlarda bir garip olmuştu adam. Bir an gülümserken diğer an yüzü kararıyordu. Kocasından bahsettiğinde yüzü ifadesizleşiyordu. Onun hakkında ne zaman bir şey söylese hiçbir yorumda bulunmuyor, sadece dinlemekle yetiniyordu. Diana hayatındaki bu iki erkekle ne yapacağını bilmiyordu. Tate'ten vazgeçmeliydi, o artık evli ve kocasını seven bir kadındı. Ama ne yaparsa yapsın başaramıyordu. İkisini bir arada tutamazdı. Erkekler hayatını ne kadar da karmaşık hale çevirmişti?
"Ah, şaka yapıyorsun değil mi?" diye kıkırdadı Diana. Kollarını kocasına sarmış, başını göğsüne yaslanmış huzurla yatağında uzanıyordu. Diana'nın ay başı dönemi olduğu için avukat aracılığıyla kocasına gelmemesini söylemişti ama kocası yine de gelmişti. Pijamalarıyla yatakta kucak kucağa uzanmış sohbet ediyorlardı. Kocaman sıcacık elleri saçlarını okşarken gevşemiş vücuduyla ona daha çok sokuldu. Kocası da kıkırdayınca göğsündeki Diana'nın başı sarsıldı. Kalbinin düzgün ve güçlü atışlarının gümbürtüsünü duymak rahatlatıcıydı.
"Hayır, çok ciddiyim." dedi Diana'nın içini eriten yumuşacık aksanlı sesiyle.
"Ne yani, sırf bana baktı diye bugün alışveriş merkezinde bir adamı havuza mı attın?" Diana güldü. Ama gülüşü çok çabuk solmuştu. "Bugün alışveriş merkezindeydin ama neden bana hiç görünmedin? Neden benden saklanıyorsun?" Kocası başına ufak bir öpücük kondurdu.
"Ben senin olduğun her yerdeyim, sevgilim. Kalbime sahipsin." Genç kadın ciddileşti.
"Benden neden saklanıyorsun?" diye tekrar etti. "Görünüşünü geçtim, hala bir sır küpüsün. Demek istediğim, neredeyse bir aydır evliyiz ama ben daha adını bile bilmiyorum. Ve sen karşıma geçmiş bugün sadece bir kaç adım ötemde olduğunu söylüyorsun." Onu saran kollarının arasından sıyrıldı. Karanlıkta göremediği, yüzünün olması gereken yere baktı.
"Bu senin için neden bu kadar önemli?" diye sordu kocası sessizce. Diana ne diyeceğini bilmiyordu.
"Sana karşı açık olacağım. Sanırım sana aşık olmaya başlıyorum. Hayır, aşık oldum. Ama aynı zamanda başka bir adamı da seviyorum. İkinizle de ne yapcağımı bilmiyorum. Ve sen sürekli kafamı karıştırıyorsun. Benim hakkımda her şeyi biliyosun. Ama ben senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum." Sustu. Ortama hakim olan soğuk sessizlik iki bedeni de rahatsız ediyordu.
"Kim o? Diğer adam?" Sesi ruhsuzdu. Hatta ilgileniyor gibi bile değildi. Genç kadının gözleri sulandı. Ama ağlamayacaktı.
"Ona bir şey yapmayı aklından bile geçirme. Ben ondan hoşlanıyor olabilirim ama evlendiğimizden beri bana elini bile sürmedi."
"Kim o?" Dediklerini duymamış gibiydi. Bu inatçı adam ne yapıp edip kim olduğunu öğrenecekti nasıl olsa. En iyisi ondan duymasıydı.
"Şoförüm, Tate." dedi yavaşça. Yanındaki beden gerildi. Bunun dışında bir tepki belirtisi göstermedi.
"Sence ismim ne olmalı?" diye sordu aniden neşeyle. Diana bir şaşkınlık nidası koyverdi. Gözlerine hücum eden yaşları geri gönderdi.
"Başka birini de seviyor olmam gerçekten senin için bu kadar anlamsız mı?" diye sordu umutsuzlukla. Kocası onu yanına çekti ve yeniden yumuşacık çilek sarısı saçlarını okşamaya başladı.
"Başında benden nefret ettiğini biliyorum. Seni satın aldığıma inanıyordun. Ama ben sana deli gibi aşıktım. Senin de bana aşık olman için elimden geleni yapacağıma karar verdim. Benimle evlenmesen bile o çok değer verdiğin holdingine istediğin yardımı yapardım. Ama sen benim teklifimi kabul ettin ve bana bir fırsat verdin. Ve şimdi aşık olduğunu söylüyorsun. Bunun benim için anlamını inan bana tahmin bile edemezsin. Bir gün, tamamen bana ait olacaksın. O gün geldiğinde sana bütün her şeyi açıklayacağım." Başına bir öpücük kondurdu. "Şimdi, hadi bana bir isim bulalım." dedi kıkırdayarak. Diana çok mutlu olmuştu. Kocası onu seviyordu.
"Bir düşünelim," diye şakıdı neşeyle. Eski atmosferin geri gelmesi ikisini de rahatlatmıştı. "Adrian'a ne dersin?"
"Burada açık bir alay mı seziyorum yoksa?" dedi kıkırdayarak. Diana güldü. Anlayacağını biliyordu. "Nasıl isterseniz, leydim. Bundan sonra bana Adrian diyebilirsiniz." diyerek dudaklarını ateşli bir öpücükle esir etti.
Pembe Lilyum: Eşsizlik
Adrian: Karanlık