Diana öylesi bir güçle üzerine atlamıştı ki iki beden de çarpmanın şiddetiyle yere devrildi. Küçük, zayıf yumrukları hiç durmaksızın Tate'in yüzüne, vücuduna iniyor, genç adam ona müdahale bile etmiyordu. Göz yaşları yanaklarından süzülürken Tate'e aralıksız hakaret yağdırıyordu.
"Seni aşağılık, lanet olası, düşüncesiz, Tanrı'nın cezası, kalpsiz, adi, yalancı, pislik, düzenbaz, alçak, hain, iki yüzlü, dengesiz, kahrolası herif! Ne hakla bana bunları yaşatırsın!? Senden nefret ettiğimi nasıl düşünürsün?! Ne zaman anlayacaksın seni sevdiğimi!"
Bir süre sonra hıçkırıkları galip geldi ve başını o çok özlediği sert bedene yaslayarak ağlamaya başladı. Güçlü kollar titreyen bedenini avutmak ister gibi ona sarılmıştı.
"Sen adi herifin tekisin." Hıçkırıklarının arasında zorlukla konuşabiliyordu. Sarıldığı güçlü bedeni yumruklamaya devam ediyordu.
"Biliyorum. Öyleyim. Ama inan bana gerçekten anlatmak istedim." Diana cevap vermedi. Duyguları çok yoğundu. Ne hissedeceğinden bir türlü emin olamıyordu. Tate'e kızmalıydı. Tüm hislerini, hayatını alt üst etmişti. Yapamıyordu. Ona kızamıyordu. Az önce onu sevdiğini söylemişti. Diana da onu seviyordu. Hem de çok seviyordu.
Onu affedecekti. Affetmeliydi. Artık onsuz yaşayamazdı. Tate de aynı şeyi düşünüyordu. Öleceğini açık açık söylemişti. Diana da ölürdü.
Tate'n içine işleyen sözcükleri hiç durmadan aklından geçiyordu. Gerçekten bunları mı düşünmüştü. Ne kadar da aptaldı. Katıksız bir şapşal. Ve Diana ona deli gibi aşıktı.
Bir süre sessizce öylece uzandılar. Tate üzerinde yatan güzeller güzeli kadının karman çorman olmuş yumuşacık saçlarını okşadıkça genç kadının bedeni iyice gevşiyordu. Güçlü hıçkırıkları artık dinmiş, yerini ufak iç çekişlere bırakmıştı. O anda zaman donmalı, iki beden sonsuza kadar böyle kalmalıydı. İsteyerek veya istemeyerek, bir oyun oynamışlardı. Adını 'Aşk Oyunu' koymuşlardı. Başta zararsızdı. Ama aşkın yıpratıcı etkisini ikisi de görmezden gelmeyi seçmişti. Pembeler soluklaşır, kara dumanlar resmi kaplamaya başlarken işler hiç olmadığı kadar ters gitmişti. Güneş yerini karanlığa bırakırken iki ruh küçük oyunlarının sonuçlarıyla yüzleşmeye mahkum edilmişti. Ve birden bir şey olmuştu. Karanlık, aysız gökte ışıklar belirmişti. Bunlar yıldızdı. Umudun ışıkları. Kör edici güneş gibi değillerdi. Güneşin ışığını almış, kötü yanlarını kendilerine ayırmış ve tüm iyilikleriyle hüzünlü ama mutlu haleler saçarak bu iki aşık ruhun üzerinde parlamaya başlamıştı.
"Bana bir şans daha verecek misin?" diye sordu Tate hafifçe. Sesindeki hüzünlü ton Diana'nın gözlerinin dolmasına yetmişti. Yeniden.
"Asla anlamayacaksın, değil mi? Biliyor musun, sen kalın kafalının önde gidenisin. Kalın kafalısın çünkü ben seni ne kadar çok sevdiğimi asla saklamadım. Ne Adrian olarak ne Tate olarak. Ama sen bunu anlamamak için direndin. Beni gerçekten anladığın zaman senin için hazır olacağım. Nerede olacağımı biliyorsun." Yavaşça üzerinde yattığı bedenden kalktı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. Bir anda karnında sıcak ve güçlü bir çift el hissetti. Tıpkı ilk gece olduğu gibiydi.
Tanımadığı bir koca. Aniden arkasında beliren güçlü bir beden. Ona sarılan büyük, güven veren eller. İstemeden çekildiği harika bir vücut. Ancak bu sefer çok daha farklıydı. Bu sefer birbirlerinin dokunuşlarını tanıyorlardı. Bu sefer karşısındakinin ne istediğini biliyorlardı. Bu sefer neyin nasıl olacağını biliyorlardı.
Tate'in yumuşak dudakları ensesinde ve boynunda gezinirken her öpücükle bir kelime fısıldayarak dudaklarına doğru ilerledi.
"Bir daha olmaz. Benden uzaklaşmana izin vermeyeceğim. Seni seviyorum. Ne olursa olsun." Ve dudaklarını buldu.
Öpüşleri vahşiydi. Sanki bundan önce su dolu bir balonun içine sıkışmışlardı. Nefes almak zor, kurtulmak imkansızdı. Ciğerleri yanıyor, acıyla bir damla oksijen için çığlık atıyordu. Dudakları buluştuğunda aradıklarının oksijen olmadığını fark ettiler. Hayır, oksijen sadece yaşamak için gerekliydi. Ama onlar var olmak istiyorlardı. Yarımken var olamazlardı. Var olabilmek için birbirlerine ihtiyaçları vardı.
Diana'nın parmakları Tate'in takım elbisesinin ceketini çıkarırken ikisi de bunu düşünüyordu. Tate dudaklarını ayırmadan dikkatle kızı kucakladı ve üst kata, ilk gece birlikte yattıkları odaya çıkardı. Diana karanlık odada sırtının soğuk çarşafa değmesiyle ürperdi. Tate onu yatağa yatırdıktan sonra dudaklarını ondan kopardı. Kızın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Genç adam pencereden yansıyan ışığın etkisiyle parlayan altın gözlerini dikmiş ona bakıyordu. Gözleri hariç hiçbir şey görünmüyordu. Eskisi gibi.
"Bu sefer değil, aşkım. Bu sefer karanlıkta kalmayacağız."
Tate haklıydı. İkisi de yeterince karanlıkta kalmışlardı. Ama artık oyun bitmiş, perde kapanmıştı. Oyuncuların son selamları için ışıklar yanmalıydı. Final ancak böyle yapılabilirdi.
Floresan lambanın kör edici ışığı bu iki aşık bedenin üzerinde parlarken söylenecek tek bir şey kalmıştı. Artık zamanı geldi.