-Bölüm 2-

39 2 0
                                    

Anlamaya çalışıyordum. Adını bile bilmediğim bu adam, belki ailemden bile yakındı bana. Ilk başta yanıt veremedim, salağa yatmaya düşünsem bile paçayı kolay kurtarmama engel olacak kadar zeki birine benziyordu karşımdaki. Yutkundum ve iri damlaların gözümden düşmesine izin vermedim.

"Adımı saklayarak korkak konumuna düşebiliyorsam, ismini bana söylemediğin için sana titrek lakabını takmak eğlenceli olacaktır."

Kahkaha atmaya başladı. Susmuyor ve sürekli kahkaha atmaya devam ediyordu. En sonunda saçma gülüşleri kesildi ve yanıt verdi;

"Eve gitsen iyi olacak. Seni ararım."

"Ne diyorsun sen ya? Karşıma bir anda çıkıp bana kendimi anlatıyorsun, sonra da hiçbir şey olmamış gibi başından def ediyorsun? Kimsin sen? Nesin? Ya da kendini ne zannediyorsun?

Yüzünü ciddi bir ifade almıştı karşımdaki yabancının. Bu kadar hakaret benim gibi bir kız için fazla olsa bile, hak ediyordu. Hak edene, hakkını vermek hayatın vazgeçilmez bir unsuru. Dudakları hareket edecekti ki, onu susturmak için elimi çantama attım ve sinirli adımlarla yürümeye başladım.  Arkama dönüp; "Sakın arayayım deme, aksi takdirde bozuşuruz." diyerek taksi durağına geldim. Evi tarif ederek tüm yol boyunca bu olayların açıklamasını düşünmeye başladım.  Ama yok, bu olayın mantıklı bir açıklaması yok. Stresli olduğumu belli etmeme gibi bir çabam yoktu, çünkü evde kimse yoktu. Odama gittim ve rahatlamak için film izlemeye karar verdim. Fakat klasik aşk filmleri beni epey boğuyor olmalı ki, ortalarına doğru küçük bir şekerleme ihtiyacı duydum. Tam uykuya dalarken telefonumun ısrarla çalması epey canımı sıkmıştı. Numara bilmediğim bir numaraydı.

"Alo?"

"Küçük, korkak kızımız uyuyor mu? Pardon hanımefendi, düşünemedim."

"Seni beni aramaman konusunda uyardığımı hatırlıyorum?"

"Benimle düzgün konuş, zararlı çıkmanı istemeyecek kadar vicdan sahibi bir insanım."

"Ne istiyorsun?"

"Aferin. Hemen yataktan kalk ve çoraplarının olduğu çekmecenin bir alt çekmecesine bak."

Dehşete kapılmış gibi hissediyordum. Bu iki yıl boyunca kimden geldiği belirsiz mektuplardı. Uzun bir süre tek kelime etmedim. Korkmuştum. Bu adam sahiden kimdi? Ne istiyordu? Bunları düşünürken ismi belirsiz şahıs sessizliği bozdu;

"Evet, evet. Şaşırdın. Ama bu duygunu sonraya sakla, işimi halledip telefonu kapatacağım. Sana son gönderdiğim mektuba bak. 37. mektup. Orada yazan son cümleyi bana okumanı istiyorum."

Tereddütle mektubu açtım ve son cümleyi okumaya başladım.

" 07.08.2012 :) İki yıl sonra görüşeceğiz prenses."

"Evet prenses, şimdi tarihe bakmanı istiyorum."

Bu sefer gerçekten şaşırmıştım. Bugün tam iki yıl oluyordu. Uzun süre olanlara anlam kazandırmaya çalışan beynim yenik düştü, dilim yerini aldı. Sakin olmak gibi bir planım yoktu. Aksine oldukça haddinden fazla yüksekti sesim;

"Anlayamıyorum, anlam veremiyorum. Kimsin ve benden ne istiyorsun? Benim kendi hakkımda beraate kavuşturamadığım şeyler, senin gerçeklerin olmuş. Eğer meyilli olduğun şey her neyse, benimle çözme derdini. Ben daha amacını bile bilmediğim bu oyunda yokum. Teksin."

"Canını yakmayacağım."

"Korkak olduğumu hatırladığım zamandan beri canım zaten yanıyor,  eksik olsan da olur."

"Pekâlâ. Bu konuyu yüz yüze konuşmaya ne dersin prenses?"

"Sadece amacını soruyorum, ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Amacım mı? Amacım senin çektiğin acıyı bile aşıyor. Burnunu sokma prenses, altından kalkamayacağın yükler canını yakar. Canın yanmasın, canını yakmayayım."

Hiçbir şey demedim. Kapattığım telefonu sessize alıp uykuya daldım. Ben kimdim, o hangi avın etini istiyordu?

Aciz.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin