-Bölüm 3-

27 3 0
                                    

Uyandıktan sonra etrafa bir on saniye bakındıktan sonra telefonuma elimi uzattım. '1 yeni mesaj' yazan bildirimin üzerine tıkladım.

'Uyandıktan sonra hemen ara beni, o cırtlak sesini özledim ;) '

Aklıma nedense birkaç saat önce tanıştığım iki edepsiz göz geldi. Her şey orada başlamıştı, bitmek bilmiyordu. Beni içine sürükleyen bir oyuna boyun eğmek kesinlikle karakterime tersti. Üstelik kimseye güvenmezken, adını bana bahşetme zahmetine bile girmemiş bir yabancıya mı güvenecektim? Asla! Düşüncelerimden sıyrılıp elimi telefona bir kez daha atıp onu aradım. Fazla geçmeden açtı.

"Inatçılığını bırakıp sözümü dinledin ve beni aradın. Korkaksın ama uyanık davranıyorsun. Canımı sıkmamaya bu kadar kısa zamanda ayak uydurmana sevindim."

"Ne var?"

"Saat sekizde alt sokaktaki restorantta olmanı istiyorum, geç kalma. Bekletilmekten nefret ederim."

"Geleceğimi zannetmiyorum."

"Yaklaşık iki saat önce amacımı öğrenmek için yanıp tutuşan kızı tanıyamadım. Hevesli değilsin sanırım?"

"Lanet olsun. Saat kaçta demiştin?"

"Sana bunu ilk ve son kez söylüyorum; ikiletilmeyi sevmem. Saat sekiz, alt sokakti restorant."

Yanıt vermemi beklemeden telefonu suratıma kapanmıştı. Altıma geçirdiğim dar bir kot pantolonla gayet umursamaz gözüküyordum. Onu dikkate alıp güzel giyindiğimi düşünmesi beni rahatsız ederdi. Sanırım ondan nefret etmiyordum, ama hangi oyunun içerisinde olduğumu bilmeden beni sürüklemesi sinir bozucuydu. Kesinlikle problemliydi, benimle eğlenmek hoşuna gidiyordu. Korkak değildim ama onun yanında cidden baskı altında hissediyordum. Bana böyle düşündüren her neyse, bu duyguyu hemen vücudumdan atması için beynime sinyaller verdim. Bu ben değildim, eski ben değildim. Korkak değildim. Defalarca yıkılmış olan biri küllerinden yeniden doğmuştu, yeniden. Bunları düşünürken çoktan restoranta geldiğimi fark ettim. Masaya doğru ilerlerken bileğimin nazikçe tutulduğunu fark ettim. Arkamı döndüğümde kısa süreli bir şok yaşayarak kendime geldim.

"Cenk?"

"Burcu?"

"Kader senin gibi bir hatayı neden her seferinde yüzüme vurmak zorunda ki?"

Cenk sessizliğini korurken belime sarılan iki elle irkildim. Arkamı döndüğümde hayatıma bugün hiç hoş olmayan bir şekilde giren yabancıyı gördüm. Ona anlamsız bakışlar atarken söze girdi;

"Sohbetinizi böldüm sanırım"

Cenk nedense sinirlenmiş bir biçimde iki eli belimde olan yabancıya bakıyordu. Gülerek devam ettirdi konuşmayı;

"Burcu, sen benden de hızlı çıktın gerçekten. Ayrılalı bir ay olmadan yeni bir sevgili, vay be. Git gide kendini aşıyorsun. Bizi tanıştırmayacak mısın?"

Çaresizlik bu sefer bedenimi ele geçirmişti. Eski, beni aldatan ve yüz üstü bırakan sevgilime yenik düşmek gururumu incitiyordu. Arkamı döndüm ve gözlerimdeki zayıflığı ona yansıttım. Beni bu durumdan kurtarmasını beklemiyordum ama söze girdi;

"Merhaba, ben Gökhan."

"Merhaba, ben de Cenk."

"Seni emin ol senden daha iyi tanıyorum, Yamanlı."

Bu son cümle midemi bulandırdı. Yamanlı mı? Cenk bir Yamanlı oğlu muydu? Yıllarca bize kin besleyen ailenin veliahti, Cenk Yamanlı...

Bu sefer bedenimde en ufak şaşkınlık kuruntusu yoktu. Öfke ve sinir, pişmanlık, aptallık hissediyordum damarlarımdan akan kanda. Söze kırılmış bir kızın ses tonuyla girdim;

"Yamanlı mı?"

Cenk böyle bir atak beklemiyor olacak ki uzun süre konuşmadı. Inkar etmesini bekledim, adını iki saniye önce öğrendiğim adama "Sen ne saçmalıyorsun be?!" diye bağırmasını bekledim. Hiçbir şey yapmadı. Durdu ve sadece tepkimi bekledi. Bu sefer cidden kaldırılmış bir kız kadar vahşi çıkmıştı sesim;

"Yamanlı öyle mi? Sana güvendiğimde, bana ihanet ettin. Seni en yakın arkadaşımla bastım ve sen sadece üzgün olduğunu söyledin. Ben sana hep hata gözüyle bakarken, sen hep karşıma çıktın. Bana onca verdiğin hasardan sonra tek ilacımın sen olduğunu benliğime savundum. Ben kendimi kandırdım Cenk, anlıyor musun? Ben canımı acıtana boyun eğdim. Sorun senin bana zarar vermen değildi, sorun senden gelen her şeye amenna dememdi. Ben zararı da, sevgiyi de kabullenmiştim, senden geldiği müddetçe. Peki şimdi ne hissediyorum biliyor musun? Senden nefret dahi etmiyor bu kalp, senden tiksiniyor. Sadece kalbim değil, tüm hücrelerim senden iğreniyor. Git burdan, midemi bulandırıyorsun!"

Cenk bir şey diyemedi. Onu kırmıştım, ama karşısında en ufak göz yaşı bile dökmedim. Kendimi acındırmadım. O, kendini üstün gören zavallının tekiydi. Ondan nefret bile istemiyordum, ondan gelecek her duyguya kapanmıştım kendimi. Gökhan'a sıkıca sarıldım. Kim olduğu şu an umrumda değildi. O da bana sarıldı.

"Özür dilerim." diyerek geri çekildim. Bir şey demeden beni tekrar kollarının arasına aldı. Gülümsedim.

"Bunu neden yapıyorsun?"

"Neyi?"

"Benim kandırılmama neden izin vermedin?"

"Sanırım senden nefret etmiyorum, ama sevmek için firsat da vermiyorsun. Kapalısın."

"Bir anda hayatıma girdin Gökhan. Belki, Cenk olmasa ismini bile öğrenme fırsatım olmayacaktı."

"Hayatına bir anda girdim ama, bir anda çıkmayacağım."

"Ben, ben bilmiyorum."

"Neyi?"

"Amacını. "

"Yemeğini ye, bunları konuşmak için zaman var. Sadece sabret, sonra her şeyi anlatacağım sana. Her şeyi. İşimiz bitince seni zorla tutmam. Ama şimdilik soru sorma. Sadece takip et adımlarımı."

"Peki."

Başıma neler gelecek bilmiyordum ama buna hazır gibi hissediyordum. Ona güveniyorum,  bunu inkar edemezdim. Sessizce yemeğimi yedim.

Aciz.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin