Bölüm 25

914 75 3
                                    

Lunaparkın neon ışıklarla süslenmiş kapısından çıkmadan önce sol bileğimde ki kol saatinin kenarına gizlenmiş ufak düğmeye, yanımdaki çam yarmasına belli etmemeye çalışarak bastım. Bu saat, düğmesine basıldığında Blake'in bileğindeki saate bir sinyal yolluyordu. Bunu bana Rox, arabaya binmeden önce basmamı söyleyerek vermişti. Blake'in yakınlarda olmasını ve saatinin yaydığı sinyali almış olmasını umdum. Eğer kasabada ki işi bitmemiş ve yakınlarda değilse öldüm demekti. 

Uyuşturucu almış birinin donukluğuyla adamı takip ettim ve gevezeliği karşısında esnememeye çalıştım. Bu kadar konuşup da, ete dişe dokunur bir şey söylemeyen birini görmemiştim daha önce. Maya'da çok konuşurdu ama en azından söylediklerinin yüzde sekseni işe yarar şeylerdi.

Kolunu omzuma atmış olan vampir bana otoparkta ki siyah arabayı gösterdi ve "İşte şuradaki benim arabam, çok geçmeden evine varmış oluruz" dedi. Sesindeki sıkılmış tonu saklamaya çalışıyor, aptallığıma şaşırmış bir halde keyifli keyifli sırıtıyordu. Kimbilir kaç defa bu yöntemi kullanarak masum kızları kandırmış ve karanlık bir geleceğe mahkum etmişti. Kimbilir kaç kız hipnozla idare edilen bedenlerinin içinde, çaresizce kontrolü ele almak için çabalamıştı. 

Aklımda zehirli bir yılan gibi dolaşan düşüncelerimin aksini yansıtmamaya çalışan bir gülümsemeyle kafamı salladım ve beni yönlendirmesine izin verdim. Arada bir sendelemeyi ve söylediklerine kafa sallamayı ihmal etmedim. 

Limuzin tarzı olan arabanın kapısı açılınca içeride karşılıklı oturan adamlara baktım ve bitmek bilmez sohbetlerinin arasında adının Theo olduğunu söyleyen adama dönerek "Bunlarda kim? Bu kadar adamın arasına oturacağımı sanmıyorsun herhalde" dedim. Hiçbir kız bunu kabul etmezdi. Eh, kimse rolümü gerçekçi oynamadığımı söyleyemezdi. Theo birden kolumu çekerek beni kendisine çekti ve kıpkırmızı parlayan gözlerinin eşliğinde "Kes sesini ve arabaya bin! Dediklerimin dışına çıkarsan, bir saate kalıntılarını dişlerimden temizliyor olurum!" Dedi. 

Beni hipnotize etmeye çalıştığını anladım ve hiçbir şey demeden kafamı yavaşça salladım. Gözlerime, daha önce hipnotize ettiklerimin gözlerinde gördüğüm donuk bakışı yerleştirdim ve uslu uslu arabaya, sarışın bir erkek vampirin yanına bindim. Theo arabaya binip de, araba çalıştırılır çalıştırılmaz sarışın vampir vakit kaybetmeden elini bacağımda gezdirmeye başladı. Tiksintimi bastırdım ve adamın elini kırıp bir tarafına sokmak istesem de bir milim bile hareket etmedim. Tenimde gezinen onun eli değil de bir yılan olsaydı bile bu kadar iğrenmezdim. 

Sarışının elini daha da yukarı çıkartırken "Bu piliç çok güzel kokuyor, bir insan olamayacak kadar hem de" dedi. Kalp atışlarımın hızlanıp, beni ele vermesinden korktuğum için derin ve düzenli nefesler alarak kendimi kontrol etmeye çalıştım. Bir yarı iblis olduğumu anlamaları çok sürmezdi. 

Tam karşımda oturan havuç rengi saçlı vampir, hiç gerekli olmadığı halde dibime kadar geldi ve burnunu boynuma dayayarak "Aynen. Hiç bu kadar ağız sulandırıcı bir şey koklamamıştım. Bir yarı iblis olduğuna şüphe yok" dedi. İliklerime kadar korksam da kımıldamadım ve ifadesiz bir yüzle karşıya bakmaya devam ettim. Yarı iblislerin hipnotize edilemeyeceğini bilmediklerini diledim içimden. Bilselerdi, beni hemencecik öldürecek kadar merhametli olmazlardı. Bu yüzden bilmediklerini anladım. 

Havuç kafa geriye çekilerek, yanına oturmuş olan Theo'nun ensesine sert bir şaplak attı ve "Aferin lan, dünyanın en iyi avını yakaladın! Yarı iblislerin artık olmadığını sanıyordum ama anlaşılan o ki yanılmışım. Patron çok sevinecek bu işe" dedi. Theo ensesini ovaladı ve havuç kafaya pis bir sırıtışla "Belki patron bir ısırık almamıza izin verir. Gerçi nerede bizde o şans" dedikten sonra ekledi "Siz neden avlanmadınız?" 

Beyaz ÖlümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin