Son veda...

533 43 34
                                    

Kun, gözlerini yavaşça ayakkabılarından yukarı doğru çıkardı ve karşısındaki kapıya baktı. Eli bir türlü kapının koluna varmıyordu. Yanağında hissettiği ıslaklık ile panik içerisinde elini yanağına götürdü ve yanağındaki ıslaklığı sertçe sildi.

Güçlü olmalıydı. Eğer burada iken güçsüz olur ve ağlamaya başlar ise kendini asla durduramazdı. Boğazındaki acıyı yok etmek için bir kaç kez öksürdü. Ancak acı hala oradaydı ve geçmek bilmiyordu.

"Pardon geçebilir miyim acaba?"

Kun arkasındaki ses ile panikledi ve hızla kapının önünden çekildi. Yüzündeki bütün renkler solmuş, zayıf bir kızdı karşısındaki.
Kız sessizce kapıyı açtı ve içeri girdi ancak kapıyı kapatmadı. Sanki Kun'un içeri girmekte zorlandığını hissetmiş gibiydi.

Kun, göğsündeki acıyı umursamamaya çalıştı ve ellerindeki teri pantolonuna sildi. Artık içeri girmesi gerekiyordu. Onları daha fazla bekletmenin bir anlamı yoktu.

Derin bir nefes aldı ve yavaşça açık bırakılmış olan kapıdan içeri giriş yaptı. Gözlerini etrafta gezdirince ayaklarındaki gücün kesildiğini hissetti.

Karşısında duran iki tabut...Bir süre sadece karşısındaki iki tabuta baktı. Vücuduna yayılan titremeyi ve bulanıklaşmaya başlayan görüş açısını hissedemeyecek kadar şoka girmişti çünkü.

Kun sonunda güçlü kalamayacağını hissetti ve ağlamaya başladı...Etrafındaki kimseyi umursamadan...Sadece en yakın arkadaşlarının tabutuna bakarak...

Ayaklarını yavaşça hareket ettirdi ve tabutlara doğru daha da yaklaştı. Etrafındaki insanların ağlamaları, bağrışları umrunda değildi o sırada. Tabutlara yaklaşınca yavaşça ellerini kaldırdı ve tabutların önünde bulunan Lucas'ın ve Jungwoo'nun resimlerine dokundu.

Sonunda ağlayışı şiddetlenirken ayakta duramayacağını hissetti ve dizleri üzerine çöktü. Canı çok yanıyordu. İki yakın arkadaşını birden kaybeden bir insanın canı nasıl yanmazdı ki.

Kun, bir süre -ne kadar sürdüğünü bilmese de- bütün acısıyla orada ağladı ve birazcık da olsa acısını hafifletmeye çalıştı.

Sonunda ayrılmak çok zor da olsa cenaze salonundan ayrıldığında tamamen yıkılmış haldeydi. Hiçbir şey düşünemiyordu. Tabutlarını görmüş ve saatlerce tabutlarını önünde ağlamış olsa bile hala daha  arkadaşlarını kaybettiği gerçeğine inanamıyordu..

Onlarla beraber geçirdiği anlar tek tek zihninde dolaşırken tepkisiz bir şekilde nereye gittiğini bile bilmeden yürüyordu. Gerçeklerden kaçmak istiyordu. Damarlarına kadar arkadaşlarının öldüğünü bilmesine rağmen kabul etmek istemiyordu.

Aniden gelen bir istekle koşmaya başladı. Cenaze salonundan olabildiğince uzaklaşabilmek için. Daha doğrusu gerçeklerden kaçmak için... Nereye koştuğunu bilmiyordu ve bilmekte istemiyordu. Tek istediği şey gerçeklerden saklanabilmekti.

Sonunda hiç bilmediği ve ıssız olan bir yere geldiğinde yavaşladı ve uzakta gördüğü banka doğru yürüdü. Banka oturduktan sonra aldığı derin nefeslerle sakinleşmeye çalıştı.

Bütün düşünceler aklında dolanıyordu ve Kun'un canının yanmasına neden oluyordu. Kun içindeki pişmanlıkla derin bir nefes aldı. Hepsi onun yüzündendi. Eğer Lucas'ı bulmayı başarabilseydi arkadaşlarını kaybetmesine gerek kalmayacaktı.

İçindeki vicdan azabıyla gözlerini yere dikti. Yerdeki yapraklar rüzgarla uçuşurken Kun, yaprakları kendine benzetmişti. Güçsüz, dayanıksız ve yıpranmış...

Kun, aklında dolanan anılarla tekrardan ağlamaya başladı. Bir gün içinde o kadar çok şey olmuştu ki Kun ne yapması gerektiğini bile bilmiyordu.

Sabaha doğru Lucas'ın ölüm haberi ile gözlerini açmıştı. Lucas ormanda bir ağaca kendini asarak intihar etmişti. İntihar edeli bir hafta olmasına rağmen ancak bugün bulunan bedeni çürümüş ve tanınamayacak hale gelmişti.

Lucas'ın öldüğünü duyunca şoka giren Kun, sonunda aklına gelen Jungwoo ile hızlıca Jungwoo'nun evine gitmişti. Ancak Lucas'ın ölümünün haberlerde yayınlanacağı ve Jungwoo'nun bu haberleri izleyeceği hiç aklına gelmemişti.

Eve gelip şifreyi giydikten sonra içeri girmişti ve evde Jungwoo'yu aramıştı. Odaların içerisinde bulamayınca en sonda yer alan banyoya gelmişti ve kapıyı çalmıştı. Gelmeyen sesle kapıyı açmaya çalışmış ve kapının kilitli olduğunu fark etmişti.

Kun, panikle bağırmaya başlamış ve en sonunda kapıyı kırmıştı. Kapıyı kırdığında ise içerde gördüğü şey onun tamamen parçalanmasına sebep olmuştu.

Yerdeki kırmızı kan gölü ve kan gölünün içinde cansız bir şekilde yatan Jungwoo ile Kun ne yapacağını bilememişti. Sonunda hızlıca Jungwoo'nun yanına çökmüş ve bileğini sıkıca tutmuştu. Aynı zamanda da ambulansı aramış olsa da Jungwoo'yu kurtaramamıştı.

Bugün içinde gerçekleşen bu olaylar onun etrafını sararken içindeki acıyı söndürebilecek hiçbir şey yoktu. Kendini yalnızlışa itilmiş hissediyordu. Kafasını elleri arasına aldı ve alnını ovdu.

İkisine de kırgındı. Lucas, Jungwoo'yu tanımayacak kadar kördü ve bu yüzden yanlış işler yaparken aklına Jungwoo'yu getirmemişti. Jungwoo ise kıskançtı. Lucas'ı tamamen kendine istiyordu. Ona o kadar bağlanmıştı ki onun için ölümü bile göze almıştı.

En sonunda ikisi de gitmiş ve arkalarında yaralanmış insanlar bırakmışlardı. Kun, onların gittikleri yerde mutlu olmasını diledi. Onlar için bu dünya da hiçbir şey yapamamıştı. Artık asla yapamazdı. Tek yapabileceği şey mutlu olmalarını dilemekti.

Kun orada kaç saat boyunca oturup ağladı bilmiyordu. Ancak kalktığı zaman hava kararmıştı. Soğuk bir geceydi fakat Kun içindeki yangınlardan başka bir şey hissetmiyordu.

Sessizce yürümeye başladı. Evine doğru yol alırken aynı zamanda zininde de arkadaşlarıyla vedalaşıyordu.
    
                                    s o n

A Little Weak ♧ LuwooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin