Son iki dersimiz boş olduğu için okul kütüphanesine gitmeye karar verdim. Min Hee'ye "Min Hee, ben kütüphaneye gidiyorum. Gelecek misin?" diye sordum. Min Hee " beni biliyorsun. Kitaplarla aram pek iyi değil. Sen git bende eve giderim." dedi. "Tamam o zaman ben gidiyorum." diyip öpücük attım ve "Görüşürüz." dedim. "Görüşürüz." diyip oda öpücük attı. Min Hee'yle ayrılıp kütüphaneye yöneldim.
Her hafta kütüphaneye geldiğim için görevliler artık beni tanıyordu. Geçen hafta aldığım kitaplarda çantamdaydı. Onları bırakıp yerine yenilerini alacağım. Kütüphaneye girip raflarda gezinmeye başladım. Bir süre kitaplara baktıktan sonra gözüme bir kitap çarptı. Kitabın adı Aşkın sonsuz yolculuğuydu. Kitap Türk bir kız ve Koreli bir adamın hikayesini anlatıyordu. Kitabı görünce aklıma annem ve babam geldi. Bu yüzden bu kitabi almaya karar verdim.
Kitabı alıp görevli bayanın yanına ilerledim. Geçen hafta aldığım kitabıda çantamadan çıkardım. İki kitabı da uzatıp "ahjumma bu kitabı geri iade edeceğim." diyip sol eleimdeki kitabı gösterdim ve " bu kitabı da ödünç alacağım." diyip sağ elimdeki kitabı gösterdim. Ahjumma kitapları alıp bilgisayar başında bir şeyler yapıp birini bana uzattı. Kitabımı alıp çantama bıraktım. Ve ahjummaya iyi günler diledikten sonra kütüphaneden ayrıldım.
Bir an önce eve gidip kitabıma başlamak istiyorudum.Eve geldiğimde kapının önünde gördüğüm şeyle kısa çaplı bir şok geçirdim. Ardından "Elif!" diye cırladım. Ve koşarak ellerimi boynuna doladım. Oda ellerini belime sararak bana karşılık verdi. Gözlerim dolmuştu, onu gerçekten çok özlemiştim. "Sen ne zaman geldin, Türkiye'de değil miydin?" diye sordum. "İnsan bi hoş geldin der. Geldiğimiz gibi soru yağmuruna tutuyorsun." dedi sahte bi kızgınlıkla. Hala şaşkındım. "Yani tabi hoş geldin. Gel içeri geçelim." dedim. Tiripli bir şekilde kapıyı açmamı bekledi. Sonra birlikte içeri girdik.
Karşılıklı koltuklara oturduk. Ve o an Elif hiç beklemediğim bir şeyi yaptı. Bağırarak (cırlayarak) "Eee anlatsan var mı manita falan?" dedi. Ben bana trıp atcağını zannederken. O sırada aklıma Jimin geldi. Ve hayır diyemedim. Yani ne kadar Jimin'le sevgili olmasakta ondan hoşlanıyordum. Diğer kızlar gibi bunu inkar edecek değildim. "Dur kızım bi nefes al. Ben simdi bize kahve yapıyorum. Ve sen o sırada usulca oturup beni bekliyorsun." dedim. Başta bana ters bi şekilde baktı ama sonra "ha tabi kahveyi ben hazırlayacağım diyiyorsan o başka." diyince hemen bakışlarını düzeltti. Ve koltuğun en köşe noktasına oturup "yok ben burada uslu uslu oturur beklerim. Hem zaten yol yorgunuyum." dedi yeşilleriyle bana masum masum bakarak. Cidden ama bana şöyle bakmayın ya hemen her şeye ikan oluyorum. Birgün bu zaafım
başıma iş açacak ama ne zaman?Elif'i arkamda bırakarak mutfağa girdim. Ve kahve hazırlamaya başladım. Gerçekten onu çok seviyorumdum. Fiziksel olarak olmasa da karakter olarak birbirimize çok benziyorduk. Onunla 5 yaşından beri arkadaşız. Anneannemler yeni bir ev almıştı. Ve bizde onları ziyarete Türkiye'ye gitmiştik. Elifler de anneannemlerin yeni komşularıydı. Elif kendi evlerinin bahçesinde arkadaşlarıyla evcilik oynuyordu. Onları gördüm ve ben de oynamak istedim. İki gündür buradaydık ve benim hiç bir arkadaşım yoktu. Tek başıma oynamaktan çok sıkılmıştım. Bu yüzden yetersiz Türkçemle yanlarına gittim.
Çocuk olmamında etkisiyle "Melaba, yen Ece." dedim elimi uzatarak. Anneme benzediğim için görünüşten yana şanslıydım. Herkes bana tren görmüş öküz gibi bakıyordu. Galiba Dediklerimi anlamamışlardı. Tam elimi geri çekecektim ki Elif elimi sıktı ve "Ben de Elif." dedi. Onlarla oynamak istediğimi söylediğimde diğer kızlar karşı çıkmıştı ama Elif 'Ece de oynayacak.' dediğinde herkes kabul etmişti. Bu yaşta bile lafını dinletebiliyordu.
Aksama kadar oyun oynamıştık. Tabi bu sırada bir kaç kız oyun bozanlık yapmaya çalışmıştı. Ama dediğim gibi sadece çalışmıştı. Hava kararmaya başlayınca herkes birer birer dağıldı. Ve benle Elif tek kalmıştık. Elif bana bu kızlara yüz vermemi söylemişti. Bende neden o zaman kendisinin onlarla takıldığını sormuştum. Oda yanlız hissetmemek için demişti.