Go To Town

313 28 25
                                    


{...Korkuyorum, Finn...}

**Finn**

"Millie, hazır mısın?"

"Evet, geliyorum!"

Bugün kasabaya gidecektik çünkü Millie'nin... Annesinin ölüm yıl dönümüydü. Tam 11 yıl önce bugün.

**Millie**

Son bir kez eşyalarımı kontrol ettim. Püsküllü hırkamı üzerime geçirip odamdan ayrıldım ve merdivenlerden aşağı indim. Aşağı indiğimde Finn bavullardan pek memnun gibi gözükmüyordu.

F: Millie, sadece 2 günlüğüne gidiyoruz. Eminim ki daha küçük bir bavul da iş görürdü.

M: Finn, zaten sadece gerekli olanları aldım: 2 pantolon, 5 kazak, 3 t-shirt, 2 hırka, 2 ayakkabı ve bazı farklı şeyler de aldım diye bu kadar abartmana gerek yok ki! Ne olacağı belli olmaz.

Ellerini teslim olur gibi kaldrıdı.

F: Tamam, öyle olsun bakalım. Başımıza geldi bi kere, çekeceğiz.

Finn, bavulları alıp arabaya yerleştirdi. Biz de o sırada kızlarla sarılıyorduk.

S: Haber verin, tamam mı?

Ma: Bizi merakta bırakmayın.

L: Kendine dikkat et. Ağlama düzeyini kontrol etmeye çalış.

O sırada içeriye Finn girdi.

F: Artık tamamen hazır mısın?

M: Hıhı, evet hazırım.

S: Bize haber vermeyi unutmayın.

L: Finn, Millie'ye iyi bak!

F: Aşk olsun kızlar! Benle iken ne zaman Millie'nin başına bir şey geldi?

Ma: Ona hiç şüphe yok zaten.

F: Neyse, hadi gidelim artık. Sonra görüşürüz.

El salladık ve arabaya binip yola çıktık.

**Finn**

"Nasıl hissediyorsun?"

"Ne için?"

"Yani, kaç hafta sonra o kasabaya tekrar dönüyorsun falan?"

"Haa... Yo, hiçbir şey."

"Hıı, neyse. 4-5 saate kadar orada oluruz. Ayrıca ne zaman durmayı istersen söyle. Hani böyle güzel manzara falan denk gelir. Malum, Instagram Story'leri önemlidir."

Tebessüm etmişti.

"O zaman şarkı açalım mı? Disk takılı mı?"

"Hıhı, takıl kafana göre."

Şarkıyı açtık ve uzun bir süre sessiz kaldık. Millie konuşmuyordu ve ben de ne söyleyeceğimi bilmediğim için bir şey söyleyemiyordum. Yaklaşık bir buçuk saat kadar, neredeyse hiç konuşmadan ilerlemiştik ve en sonunda Millie çok yüksek sesle bağırarak bu duruma son verdi.

"Yaa, Finn. Dursana bak manzara çok güzel!"

Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. "Dağ mı?"

"Evet!"

Arabayı yolun kenarına çektim. Millie benden önce davranıp arabadan inmişti bile. Telefonunu bana verdi ve poz vermeye başladı. Yaklaşık 20 dakikadır fotoğraf çekmeye çalışıyorduk.

"Yaa, Finn! Daha yukarıdan çekmeye çalış!"

"Deniyorum Mill!"

"Hadi bak, bu son. Şu kayaya çıkayım, son gerçekten."

"Dikkatli ol!"

Millie'nin fotoğraflarını çektim ve kaçınılmaz son! Millie kayadan inemiyordu!

"Sana izin vermemeliydim!" Kahkahalarıma engel olamıyordum.

"Yaa, Finn! Gülmeyi bırak da yardım et bana!"

Millie'nin olduğu kayaya tırmandım. Yanına çıktığımda ben de bir an için buradan nasıl ineceğimizi düşünmeye başladım.

"Şimdi beni dinle Millie, seni kucağıma alacağım ve aşağıya inmeyi deneyeceğiz. Yalnız bu sefer boynumu tırnaklamazsın diye umuyorum!"

"O gün gerçekten korkmuştum ama."

"Hıhı, denizde yanlışlıkla yosuna dokunup, denizanası var diye ortalığı birbirine katmıştın!"

"Yaa, Finn. Hadi inelim artık!"

Yavaşça belini kavrayıp, diz kapaklarının altından da diğer elimle kaldırıp kucağıma aldım. O da, kollarını boynuma doladı. Yavaş yavaş aşağıya inmeye başladık. Nefesinin sıcaklığını boynumda hissedebiliyordum. Bir ara korktuğu için boynumu sıksa da,  dengemi bozmama sebep verse de yuvarlanmadan aşağı inmiştik. 

"Bak gördün mü, Finn? TIRNAKLAMADIM!"

"Alkış Millie'ye" 

   Bana dil çıkarıp arkasını döndü ve arabaya doğru yürümeye başladı.Arabaya binip tekrardan yola çıktık.

..........

Kasabaya girmemiz için yaklaşık 15 kilometre vardı. Millie artık neşesini tamamen kaybetmiş sayılırdı.

"İlk önce eve gidip annemi görürüz. Babam şuan iş yerindedir, muhtemelen onu akşam görürüz. Eve gidince eşyalarımızı yerleştiririz ve sonra da..." Bir anda kafamı kaldırdım ve ona baktım. "Millie, sen iyi misin?"

Derin bir iç çekti. "Sayılır, yani... Bilmiyorum." Gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. "Korkuyorum Finn... O cani ile tekrar karşılaşmaktan korkuyorum. Üstelik tam ondan kurtuldum dediğim 3 aydan sonra..."

"Millie, sakin ol! Sana bir şey yapamaz!"

Bir elimle çenesinden tutup yüzünü kendime çevirdim. "Ben buradayım, tamam mı? O, sana dokunamaz!"

Kafasını salladı "Hıhı, iyi ki buradasın."

Tebessüm etmeye çalışıyordu, gözlerindeki yaşları sildim. O bunu hak etmiyordu! Yüzündeki gülümseme hiçbir zaman duygularının arkasına saklanmamalıydı!

..........

Arabayı park ettim ve inip kapıyı kapattım. O sırada Millie'de inmişti. Biz kapıya doğru yürürken annem kapıyı açıp hızla bize doğru ilerlemeye başladı.

"Finn, Millie! Sizi görmek ne güzel!"

"Merhaba, Karen Teyze!"

Birbirlerine sarıldılar. Ben de bozmak istemedim. Sonra annem bana doğru döndü.

"Finn! Hoş geldin, Koca Adam! Hadi eğil de sarılalım."

Güldük ve sarıldık. Ardından da eve girdik. Uzun zamandır eve girmediğimiz için ikimiz de tuhaf karşılamıştık.

"Siz odana geçin Finn ve eşyalarınızı yerleştirin. Her şey yerli yerinde."

"Tamam, ben gidip bavulları alayım."

"Millie, hadi gel. Biz de seninle birer kahve içelim."

Ben eşyalarımı yerleştirirken onlar da kahvelerini içtiler. Bir süre sonra Millie'yi beklemeye başladım çünkü bugün mezarlığa gidecektik. Uzun zaman sonra ilk defa...

^_^Okurlarım, sonunda yeni bölüm geldi. Bu hafta sınav haftamdı ve wattpad'e erişim konusunda sıkıntı yaşıyordum ama şuan sorun giderildi. Ayrıca küçük bir spoiler geçelim: Bundan sonraki bölüm ağlamalı ve biraz "Noluyo yani?"li geçebilir ama güzel planlarım var, beklemede kalın:3

Kocaman seviliyorsunuz:}

Instagram: stonwattpad  

I Promise You•FillieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin