soğuk~
hatırladığım kadarıyla sabahın yedisine kadar onu izlemiştim. sakin yüzü ara ara kasılmış, ara ara irkilmişti. derin bir uyku çekemediğini anlamıştım. tam yanında başım ona dönük yatarken elimi saçlarından sadece yüzünü okşamak için çekmiştim. boynuna yakın burnum kokusunu sabaha kadar solumuştu. kokusu yüzünden sakindim. kokusu yüzünde durumumuzun yanlışlığınk sorgulamıyordum. kokusu yüzünden ondan ayrı kalamıyordum.
yediden sonra uyuyakalmış olmalıydım. onun uyandığını anladığımda gözlerimi açmadım. elim hala yanağındaydı. izlendiğimi hissediyordum. göz kapaklarımı hareket ettirmemek için kendimi fena zorluyordum.
sonra elini elimin üstünde hissettim. elimi tutup yavaşça okşadığına ve tersine bir öpücük bırakıp yastığın üzerine yavaşça koyduğuna şahit oldum. yatakta doğrulduğunu düşündüğüm çarşaf sesinden sonra bana seslendi. pürüzlü ve kısık sabah sesiyle adımı söyledi. "yoongi?"
"mhm." diye hafifçe mırıldanıp hala uyuyor numarası yaptım. çok sessizce kıkırdadığını duydum. "yoongi, dersine geç kalıyorsun." ahh bugün pazartesiydi.
gözlerimi hafifçe açıp ellerimle ovuşturdum. esneyip yatakta gerindim ve bana bakan gözleriyle buluştum. "dersimin saat kaçta olduğunu nerden biliyorsun?"
"av avcısını tanımalı." hafifçe gülümsedi. düz ifadeyle yüzüne bakıyordum. yeni uyandığı için hafif şiş olan yüzü onu nasıl hala güzel gösterebilirdi? "bugün gidecek havam yok." dedim doğrulup. saçlarımı karıştırdım. "dolaptan bir şeyler atıştır ve sonra dersine git."
yataktan kalkıp uykuya daldığında üstünden çıkarttığım hırkasını giydi ve kollarını göğsünde birleştirdi. ev gerçekten soğuktu. "ben de gitmeyeceğim." ona baktım. "yani okula. birazdan evime gideceğim." kafamı sallayıp ben de kalktım. nevresimi sadece yatağı örtmek için düzelttim ve dolaptan hırka alıp üzerime giydim.
ısıtmada sorun vardı. bu havalar gelene kadar pek de umursamamıştım ama bugün servisi aramalıydım. mutfağa yürüyüp kahve yaptım. o da banyodan çıkıp yanımda dikilmeye başlamıştı. yan gözle ona baktığımda yaptığım işi dikizliyordu. ona da bardak çıkartıp kahve doldurdum ve kendiminkini alıp masaya geçtim. "dolapta hazır sandviç var." ama dolabı açmadan karşıma oturdu.
kahvesini içerken gözlerini benden ayırmadı. "aç değilim." sırıttım. "bu da başka bir diyet mi park jimin? bu evde diyet yapılmaz." güldü ve hırkasına daha çok sarındı. ev aşırı soğuktu.
kalkıp buzdolabının üzerindeki servis numarasını alıp aradım. kalın sesli adamın sesini duyduğumda konuştum. "ısıtmamda sorun var. bugün gelebilir misiniz?"
"hiç havaya bakıyor musunuz? bugün servislerimiz çalışmıyor. yarına anca."
mutfak penceresinden dışarıya baktım. "tamam. kolay gelsin." yoğun kar yağışı vardı. telefonu kapattığımda jimin'e döndüm. "servisler çalışmıyormuş. hava berbat." tezgaha gidip kahveyi aldım. onun bardağını ve kendi bardağımı tekrar doldurdum. "sen de gidemezsin. avcı avına iyi bakmalı. eğer düşüp bir yerini kırarsan sana müsamaha göstermem gerekir." onun yaptığı avcı av meselesini vurgulamıştım.
odama gittim ve dolaptan iki battaniye aldım. birini onun kucağına koydum ve bardağımı alıp salona geçtim. "salonda küçük bir ısıtıcı var. oraya gel."
ısıtıcıyı koltuğun tam karşısına koydum ve televizyonu açıp battaniyeye sarılarak oturdum. birazdan o da yanıma geldi. mesafe koymaya özen göstererek yanıma oturdu. sessizce oturup saçma sabah programı izledik. sonra ona dönmeden konuştum. "dün gece neden geldiğini anlatacak mısın?"
dağınık saçlarını eliyle düzeltmeye çalıştı. konuşmaya çalışıyor ama ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. sonunda "seni gecenin bir vakti rahatsız ettiğim için üzgünüm." diye bşr cümleyi gerçekten üzgün olduğu belli olarak söyledi. "ama başka birine gitmek istemedim. bilmiyorum. aslında kavga etmeye gelmiştim ama halim yoktu." sonunda kıkırdadığında şaşkınlıkla onu inceliyordum. yani sadece bana gelmek istemişti?
"neden halin yoktu?" dedim. battaniyeye iyice sarıldı. hafifçe üşüdüğünden titriyor ama titremesini gizlemek için hareket ediyordu. "eğer konu sen isen genelde halim olmuyor."
bu kadar açık olmasını beklememiştim. "ne demek istedin?" dedim. titremesi gözüme batıyordu. ben alışmıştım. evim genelde soğuk olurdu ama onun ailesiyle yaşadığı sıcak evden sonra garipsemesi doğaldı.
daha çok titremeye başladı. bu sefer kendini saklamakla uğraşmadı. "sana karşı.." onu susturdum ya da ısınmasına yardımcı oldum. siz ne derseniz.
dudakları her zamanki aksine soğuktu. elimle boynundan tutup onu kendime çektim. dudaklarım hareket halindeyken yavaşça bana karşılık verdi. onu öperken aynı zamanda battaniyeyle açıkta kalan yerlerini sarmaya çalışıyordum. titremesi kesildi. gerçekten kesildi. ben de terlemeye başlamıştım.
ondan ayrılıp hiçbir şey olmamış gibi kendi battaniyemi de onun üzerine bıraktım. gözlerine bakmaktan kaçındım ama bana şaşkınlıkla baktığını biliyordum. "daha çok kahve getireceğim."
mutfağa gidip makineye daha çok kahve koydum. dolaptan sandviç de çıkardım. ikimiz de kahvaltı etmemiştik. ben sağlıksız yaşamaya alışkındım ama o alışkın değildi. geri döndüğümde hala aynı pozisyondaydı.
bakışlarımız birleştiğinde şaşkınlığına hafifçe gülüp bardağını doldurdum. sandviçi ona uzattım. bu sefer diretmeden aldı.
"bana karşı ne?"
"beni neden öptün?"
aynı anda konuştuğumuzda güldüm. kahvemi içip yan gözle ona baktım. "artık soğuktan titremiyorsun?" dedim sorar gibi.
"eğer tüm kış bunu yapacaksan.." diye mırıldandığında tekrar güldüm. karşımda iki battaniyeye sarılı minik bir kedi gibi duruyordu. kendi kedisine benziyordu. kedisi ve onu yan yana görmek istedim. sandviçi yemeye başladı.
"bir şey diyordun?" dedim. onu öpmeden hemen önce bir şey diyordu. ama kafasını salladı ve önemli olmadığını söyledi. omuz silktim ve televizyon izlemeye geri döndük.
gözlerim uykusuzluktan kapanacak gibi oluyordu ama irkilip normalde dönüyordum. ağırlaşan gözlerime gösterdiğim direnç fazlaydı. çok derin olmasa da daldığım bir vakit jimin'in üzerimi örttüğünü hissettim. sonra da kapının çaldığını duydum. gözlerimi açamıyordum ama sesler belirgindi. kalkıp kapıyı açtığını duyduğumda uykuma geri döndüm.
ta ki yongguk'un yüksek sesini duyana kadar. "senin burada ne işin var?" huysuzlanarak gözlerimi açmadan kalktım. ezbere bildiğim yolu gözlerim kapalı bir şekilde gittim. yongguk buraya gelemezdi.
"ne diye bağırıyorsun?" diye söylendim gözlerimi minicik açarak. tam açtığım an uykum kaçacaktı.
"o burada dikiliyor ve ben bağırdığım için söyleniyorsun ha?" dedi hala yüksek sesle. yüksek sesi başıma dokundu. jimin'in burada neden olduğunu ona açıklamak istemedim. bana laf atmalarını da çekemedim. "sonra konuşuruz yongguk. bir dahakine haber verip gel."
"yoon.."
kapıyı suratına çarpmıştım. jimin şaşkınlıkla kapıya bakıyordu. bileğinden tutup onu salona geri çektim. "başımı ağrıttı." dedim huysuzca. koltuğa geri oturduğumda o, ne yapacağını bilmiyormuşcasına ayakta dikildi. tek gözümle ona baktım. "battaniyenin altına gir." diye mırıldanıp uzandım. bilincim kapandı kapanacaktı.
gözümü tekrar açmaya halim olmadığı bir vakit üzerimi örttüğünü ve saçlarımı okşadığını hissettim. yumuşak okşamaları uykuya rahatlıkla dalmamı kolaylaştırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mess, loser | yoonmin ✔
Fanfictionbeni darmadağın etmiştin. beni kendime getirmiştin.