park jimin'i aklımdan def etme işinde başarılıydım. gerçekten öyleydim. onu aklıma almadığım müddetçe kendimi yiyip bitirmiyordum, sorgulamıyordum, sınırlarımı aşmıyordum, kötü ya da yanlış şeyler hissetmiyordum. onsuz daha iyi olduğuma emindim.
düzeltelim. onu görmediğim müddetçe iyiydim. sınıflarımız farklı yerlerde olsa da aynı binadaydık ve ortak buluşma alanımız kahve otomatıydı. birkaç kere karşılaşmıştık ve birkaç kere bana günaydın ya da nasılsın dediğini duymuştum. kısa ve umursamaz cevaplarımdan sonra daha fazla konuşma girişiminde bulunmamış, hiç tanışmıyormuşuz gibi devam etmiştik.
yüzüne bakmıyordum. bakarsam farklı hissedeceğimin artık farkındaydım. yüzünü görmemin, mimiklerine bakmamın ve güzelliğini kabul etmemin içimde hissettirdiği büyük sıkıntılar vardı. yapmayacaktım. en başında onunla benim uğraştığımı biliyordum ama benden daha dişli biri çıktığını farketmiştim. kendimin zayıf olduğunu zaten biliyordum. zayıflığımı birilerini ezerek gizlemeye çalıştığımın da farkındaydım. sadece küçük bir başkaldırıda ezileceğimi, ruhen çökeceğimi biliyordum. jimin, bana başkaldırmıştı. jimin, yanlışlarımı farkettiriyordu ve bunu beni ezerek yapıyordu. bana benim taktiklerimle geliyordu aslında.
jooheon ve bobby'yle sınıftaydık. yongguk'un keyifsizliğini sorgularlarken ben birkaç dakika kadar göz dinlendiriyordum. ders çoktandır başlamıştı ama hoca daha gelmemişti. sınıfta yankılanan sesle kafamı huzursuzca kaldırdım.
"koşun kolidorda kavga var."
sınıfın boşalmasıyla ayağa kalktım. yongguk olduğunu biliyordum. yine birilerini döverken hocaya yakalanacaktı. ellerimi cebime koyup kalabalığın ilerlediği yoldan gittim. kalabalık daireyi aşıp en öne geldiğimde uykulu gözlerim uykuyu unutmuştu.
yongguk park jimin'le kavga ediyordu.
ayırıp ayırmamak arasında kalmıştım ve kalbim kulaklarımda atıyordu. jimin'in yüzü kırmızıya boyanmışken yongguk'un ondan farksız olduğunu sonradan gördüm. yerleri ve formalarını da kanlarıyla lekelemişlerdi. yongguk jimin'in üstüne çıkıp yüzüne bir yumruk daha geçirdiğinde hareket edebildim.
"bırak onu." kollarından tuttuğum haşde yumruklarına devam etmeye çalışan yongguk'u neyin böyle sinirlendirdiğini sonradan öğrenecektim. "bırak haydi. bırak."
kollarından bu sefer sertçe çektim ve yalpalayarak ayağa kalkmasını sağladım. beni farkettiğinde durdu. kaşı patlamıştı ve yüzü berbat haldeydi. jimin'in nasıl bu kadar iyi dövüştüğünü düşündüğüm için kendimi berbat bir arkadaş gibi hissettim.yongguk nefes nefese soluklandı, yüzüme baktı ve bir şey demeden kalabalığı yarıp ayrıldığında bay han'ın da arkasından gittiğini gördüm. jimin'in de ceza alacağı açıktı. jimin. jimin'e döndüm. bir çocuğun yardımıyla ayağa kalkıyordu. ona doğru yürüdüm. çocuğa narinca teşekkür ettiğinde onu kolundan kavradım ve kolidor boyunca sürükledim. tuvalete girdiğimizde kapıyı kapatıp kilitledim ve en son onunla burada yaşadığımız anı hatırlamamak için kendimi zorladım.
lavabolara gidip başını eğmesini sağladım ve suyu açıp yüzünü yıkamasına yardımcı oldum. "ne yaptın? yine ne yaptın park?"
hafif gülüşünü duyduğumda bu halde nasıl gülebildiğini düşündüm. mimik oynatsa ağrıdan canı yanardı. yüzünü iyice yıkayıp kanlar yüzünden oluşan kırmızılığı pembeye döndürdüğünde suyu kapattı ve aynadan bana baktı. "neden her suçu karşı tarafta arıyorsunuz? en başında da jooheon'un bana çarpmasıyla suçlanmıştım."
"çünkü suç sendeydi. neden bırakmıyorsun?"
bir şey demedi. dağılan gömleğini düzeltmeye çalıştı ve yere baktı. "neden seni dövdü?"
"ben de onu dövdüm."
"cevap bu değil jimin." dedim sakin sesimle. çocuk gibi kendisinin de yongguk'u dövebildiğini söylüyordu. "neden kavga ettiniz?"
gözleri bana çıktığında dudağının tekrar kanlandığını gördüm. dudağı patlamıştı. yüzü uyuşmuş olmalıydı. çok fazla yara vardı. konuşmadığında kafamı salladım. "zaten yongguk'tan öğrenirim."
"sana söylemez." sessizce mırıldanmasını duymuştum. kaşlarım çatılırken nedenini soracaktım. ama lavabodan ayrılıp yanıma yaklaştı. bir kere dudağını eliyle sildi ve gözlerime baktı. parlak gözlerini ayırmadı üzerimden.
"ne demek isti-"
"neden benden uzak duruyorsun?"
sorumu kesip kendi sorusunu yönelttiğinde duraksadım. uzak durmam onun için sorundan çok memnuniyet olmalıydı. "neden durmayayım?"
"çünkü benden istediğin şey bendim." anlamayarak baktığımda gülümsedi ve aramızdaki sınırı kapattı. "çünkü bir sınırı olmayacaktı yoongi. ruhumu kirletene kadar."
o gün ona kurduğum cümleyi bizzat kurması beni gafil avlamıştı. yüzüme yakın yüzünü inceledim. titreyen gözleri gözlerimden ayrılmıyordu. "ne saçmalıyorsun jimin?"
"ruhumun zaten kirli olduğunu anlayıp benden vaz mı geçtin?" gözleri dolduğunda hareket edemeyecek kadar şaşkındım. nasıl bir ruh halinde olduğunu çözemiyordum ama kafasına iyi bir darbe almış olmalıydı. ve güzeldi. lanet olsun bu halde nasıl güzel görünebilirdi ki?
"seni revire götürüyorum ve bir daha bize bulaşmıyorsun park." dedim kolunu boynuma sarıp çıkışa yönelerek. gözleri yavaşça kapanıp açıldı ve yutkundu.
"size daha bulaşmayacağım yoongi." kolumu ince beline sarıp onu revire kadar taşıdım. boş revir odasındaki yatağa onu yerleştirdiğimde gözleri direkt kapandı. yorgun düşmüştü. gözlerine değen uzun ve kandan sertleşen saçlarını alnından geriye doğru taradım. dudağının kenarında tekrar biriken kanı elimle sildim. yumuşak dudaklarına kayan elim bir müddet onları okşasa da revir kapısının açılmasıyla hemşireye döndüm.
"arkadaşım, noona. kavga etti. ona iyi bakın."
binadan çıktım. derslik havamda değildim. eve doğru yürürken yongguk'a çantamı almasını ve okuldan sonra bana uğramasını söyledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mess, loser | yoonmin ✔
Fanfictionbeni darmadağın etmiştin. beni kendime getirmiştin.