~8~ Adım adım

2.4K 94 9
                                    

"Ağlama artık," Tekrar fısıldadı ama dinlemedim. Burnumu hiçte kibar olmayacak bir şekilde çektim ve Emre'nin yaralı kolunu sargılayan doktora baktım.

"Kötü bir şey yok değil mi?" diye sordum burnumu tekrar çekerken. Doktor ellerini temizleyip bana döndü.

"Hayır, kurşun sıyırmış sadece. Fakat her gün pansuman yapılması gerek." Doktor cümlesini bitirip eşyalarını topladı.

"Dikkat edin kendinize, Emre Bey. İyi günler, Kelebek Hanım." Doktor baş selamını da verip Emre'nin odasından çıktı. Emre'nin yatağına, O'nun yanına kıvrılıp başımı sağlam omzuna yasladım.

Bizi kurtardıktan sonra Furkan denen şerefsiz herifi adamlarına teslim etmişti. Kolundan yaralanmıştı ve ben kendimi o kadar suçlu hissediyordum ki. Benim yüzümden başına gelmeyen şey kalmamıştı.

"Emre... Her şey için çok üzgünüm. En kısa zamanda gideceğim." Boynuna gömdüm yaralı yüzümü. Hayat zordu, hatalarla doluydu. İntikamlar, pişmanlıklar, nefretler... Hiç sevgi kalmış mıydı? Sanmıyorum. Bunu göremiyordum ama şuan sanki beni sevgisinde boğmak istiyordu ve bu... hoşuma gidiyordu. O'nun sevgisinde ölebilirdim. Fakat ömür boyu O'na muhtaç kalamazdım. O'na zarar verdiremezdim.

"Eğer bir daha o tatlı çenenle böyle saçma cümleler kurmaya kalkışırsan ne yapacağımı biliyor musun?" deyip çenemi tuttu ve havaya kaldırdı. Yüzü yüzümün üstündeydi ve oldukça yakındık. İkimizinde gözleri dudaklarımıza kayarken nefes alışverişlerim sıklaşmıştı. Bu yakınlık, nefesi, kokusu... Tanrı O'nu özel yaratmıştı.

"Hayır," diye fısıldadım. Ne diyebilirdim ki? Koyulaşmış yeşillerini benimkilerle buluşturup tatlı nefesini dudaklarıma üfledi. Ah.

"Seni bıkmaksızın öperim," deyip yüzünü eğdi ve dudaklarını yavaş yavaş benimkilere yaklaştırmaya başladı. Nefesim kesilirken bu yapacağımın ne denli doğru olacağını düşenemiyordum. Ellerimi sert göğsüne koyup biraz ittim ve yüzümü geriye çektim.

Utançla eğdim başımı ve kollarımı kendime sardım. O'nu her şeyden çok istiyordum ama içimde ki lanet olasıca ses buna engel oluyordu. Fahişe bir annenin fahişe kızı olmak, görünmek istemiyordum.

"Ne zaman açacaksın kendi bana, Kelebek?" Beni sıcak kollarının arasına aldığında kedi gibi sokuldum O'na. Huzur noktam olmuştu burası. Alıştığım ve hiç bıkmayacağım huzur noktam...

"Açacağım, söz veriyorum ama zaman... Lütfen." Kollarımı beline daha sıkı sardım ve gözlerimi yumdum. Sokakta kalmış bir kedi gibiydim ve O'na sığınmıştım.

"Bekleyeceğim ama inan benimde sabrımın sınırı var. Şimdi uyu, güzelim." Eğilip sol yanağıma bir öpücük koydu. Mırıldandım ve yüzümü boynuna gömüp misk kokusunu soluyarak uykuya daldım...

-

Nota...

Bu kadar huzur verebilir miydi? Tatlı uykumun kollarından bir piyano sesiyle uzaklaştım. Ritmik ve huzur verici ses kulaklarımdan girip her hücreme huzur sinyallerini dağıtıyordu. Rüzgar eserken yaprakların o narin düşüşleri vardır ya... İşte bu öyle bir huzurdu. Duru... Berrak... Zarif.

Gözlerimi açtım yoksunlukla. Bu huzur verici parçayı kimin şereflendirdiğini merak ederekten ayağa kalktım. Emre yoktu yanımda. Gülümsedim ve çıplak ayaklarımı soğuk zemine sürterek odadan çıktım. Çıplak ayakla dolaşmayı her zaman sevmişimdir. Sıcak ayaklarım soğukla teması hoş hissetiriyordu.

Yaralı KelebekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin