Genç kız, büyük çiftlik evinin kapısına doğru ilerlerken kapının önünde onu bekleyen emektar uşakları ilişti gözüne. Atını yavaşlatarak derin bir soluk aldı. Atının üstünden zarif bir şekilde inerken kendisine doğru gelen genç seyise yaklaşarak sessizce fısıldadı.
"Durum nedir Thomas?"
Seyis huzursuzca boğazını temizleyip bakışlarını ahırın önündeki telaşlı kalabalığa çevirdi.
Genç kız, gözleri şaşkınlıkla açılarak, eğerlenmiş atları ve şimdi onları ahıra geri sokmaya başlayan adamları izledi.
"O kadar kötü ha..." dedi dudaklarını ısırarak.
Bakışlarını artık iyice kararan gökyüzüne çevirdi. Nasıl olmuştu da vaktin bu kadar geç olduğunu fark edememişti. İçine derin bir nefes alırken kendine soğukkanlı olmayı telkin etti ve adımlarını emektar uşaklarına doğru yönlendirdi.
Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen uzaktan bakınca hala genç bir delikanlı gibi gözüken uşakları Jordan, her zamanki dimdik, asil duruşuyla ve hiçbir duygusunu belli etmeyen ifadesiyle hafifçe başını eğerek karşıladı genç leydiyi.
"Leydim sanırım ciğerlerinin sınırlarını denemeye karar verdiler." dedi ciddi bir ifadeyle.
Elizabeth'in dudakları gülme isteğiyle kıpırdandı bir an. Jordan'ı bu yüzden seviyordu işte. Onun bu sivri dili olmasaydı, şu çiftlik ne kadar sıkıcı bir yer olurdu düşünemiyordu.
"Ciğerlerimde hiçbir sorun yokmuş Jordan. Ne kadar güzel değil mi?" dedi alaycı bir gülümsemeyle.
Uşak, genç kızın sevimli ifadesine baktı kısa bir an. Onun için dış kapıyı açarken de konuşmaya devam etti.
"Eminim buna abiniz de çok sevinecektir."
Elizabeth üzüntüyle içini çekti.
"Sanırım burada olmamasına sevindiğim nadir anlardan biri." dedi mırıldanarak.
Abisi Gabriel onun her şeyiydi. Tanrı biliyor ya onu üzmek isteyeceği en son şeydi! Altı yıl önce anne ve babasını kaybettiği o yangından geriye bir tek o kalmıştı ailesinden. Üstellik ilk defa bu kadar uzun süre birbirlerinden ayrı kalmışlardı.
Gideli neredeyse iki ay oldu diye düşündü Elizabeth. Şimdiye Amerika'ya varmış olmalıydı. Belki de bu aralar ondan bir haber bile gelebilirdi.
Yine de Gabriel'in burada olup, onun tüm günü at sırtında geçirip, hava kararırken eve döndüğünü görmesini istemezdi. Abisi onun sağlığı konusunda hala o kadar hassastı ki! Üstelik doktorların artık neredeyse tamamen iyileştiğini ve hayatını normal bir şekilde devam ettirebileceğini söylemesine rağmen! Fakat Gabriel'e kalsa evden dışarıya adımını bile atamayacaktı.
Yine de yangından sonra geçirdiği zor günleri hatırlayınca onu anlayabiliyordu. Alevlerin arasından çıkarılmayı başaran ufak bedeninin uzun süre yaşam mücadelesine tanık olmuştu abisi. Gabriel'in o gece eve geç saatlerde gelmiş olmasına şükrediyordu genç kız. Yoksa belki onu da kaybetmiş olabilirdi ve bunu düşünmek bile istemiyordu. Çok uzun süre acı çekmişti Elizabeth. Vücudunda ufak tefek yanıklar olsa da en çok ciğerleri hasar görmüştü maruz kaldığı duman yüzünden. Doktorlar akciğerlerinin olabilecek en küçük hasarda toparlanamayacığını söylediklerinde Londra'nın kirli havasından ve insanlardan uzakta bu küçük köye yerleşmişlerdi abisiyle birlikte. Aldığı her nefesin ciğerlerine verdiği acıyı, hastalanmaması için bir odanın duvarları arasında geçirmek zorunda kaldığı o zamanları hatırlamak istemiyordu Elizabeth. Neyse ki hepsi geride kalmıştı artık...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın Tutkusu
Historical FictionLeydi Elizabeth, anne ve babasını bir yangında kaybettiğinde, geriye sadece abisi Gabriel kalmıştı. Ancak bir gece yarısı Lizzie, abisinin okyanusun ortasında korsanlar tarafından kaçırıldığı haberini aldı. Hem de ardında kafa karıştırıcı bir mektup...