Ertesi günü Yüsra, okula zamanında yetişerek günlük ‘sünepe kız’ modelini çizmediği için kendisini şanslı olarak gördü. Yine bir Cemre vakasını kaldırabilecek halde değildi. Nedenini bilmediği bir şekilde başı ağrıyordu. Yetmiyormuş gibi haftasonu yapılacak olan havuz partisinin Cuma akşamına alınması kesinlikle baş ağrısının nedenlerinden biriydi.
Ders sonrası kafeteryaya inerken elini alnına dayayıp parmaklarıyla iki yanını ovuşturmaya başlasa da pek fayda vermiyordu. Cemre’nin nedensiz bir şekilde parti gününü değiştirmesi şuursuz davranışlarından biriydi ve kesinlikle psikolojik bir yardıma ihtiyacı vardı.
Kendisine çay alıp sıcak bir şeylerin bu ağrılara iyi geleceğine dair saçma bir düşünceye kapılmıştı. Boş gördüğü masalardan birine otururken gözleri kendisine doğru yaklaşmakta olan üç kıza takıldı.
“Ah olamaz, yine mi...” diye inledi kendi kendine. Cemre ince, pembe ruj ile renklendirilmiş dudaklarını her zaman olduğu gibi büzmüştü, Melis permalı saçlarını omuzunun üzerinde sallandırarak yürüyordu, Burcu ise takıntısı olduğu göğüs dekoltesini daha fazla açabilmek için resmen gömlekle boğuşarak yürüyordu. Üçü masasına gelip birer sandalyeye oturdular. Cemre tam karşısında olduğu için diğer ikisini es geçip ona odaklandı.
“Yüsra, bugünkü partiden haberin var?” Bu bir soru şeklinde sorulmuştu.Yüsra ise tekrar inlememek için kendisiyle savaş veriyordu. Tabi ki haberi vardı. Bu kızın aklı nasıl çalışıyordu? Kendisi gecenin bir yarısı özellikle arayıp haftasonu yapılacak olan partiyi bu akşama aldırması için acaba kiminle görüşmüştü? Sarışınların aptal olduğu konusunda –her ne kadar hemcinslerine hakaret olsa da- ciddi olarak düşüneceğini aklının ucuna not aldı.
“ Evet biliyorum tabi ki Cemre.” Okulda onun çalışanı değildi. Bu yüzden ‘hanım’ demesi gerekmiyordu. Yine de kendisine saygı gösterilmesine alıştığı için hanım demediğinden Yüsraya doğru burun kıvırıp etrafa baktı. Gözleri şöyle bir etrafı taradıktan sonra gözleri Melis ile kesişti. Yüsra da etrafa bakıyormuş gibi davransa da Melis’in mimiklerinden Cemreye bir şeyler dediğini fark etti. Bozuntuya vermeden ne olacağını bekledi.
“ Her neyse... Yüsra bak...” dedi yine cırlak sesiyle. “Geçen gün kafede senin yanında oturan adamı hatırlıyor musun?” Melis başını eğip saçlarıyla kapadığı yüzünü saklayarak, burnundan soluyan ifadesini Cemre’ye gösterdi ve tekrar eski haline döndü. Cemre sıkılgan tavırlar sergiliyordu. Sonunda konuya girdi.
“ Yanında oturan adamdan uzak dur! Sana sadece bu kadarını söylüyorum.”
Yüsra Cemre’nin söylediği hiç bir şeyden şaşırmaması gerektiğini çok önceden öğrenmişti. Yine de afallayan ifadesini düzeltmekte zorlanıyordu.
“Anlamadım?” diyebildi sadece. Cemre masaya doğru eğildi ve ses tonunu bir oktav yükselterek “Aptal mısın sen?” dedi. “Eymen benim sevgilim en yakın arkadaşı. Türkiye’nin en zenginleri arasında sayılacak ünü ve serveti var. Senin gibi paçoz tiplerle ancak gönlünü gün eder o.”
Yüsra ağzından bir “hah!” sesi çıkardı. Bu gülüp gülmemek arasında kaldığını gösteriyordu. “ Söyler misin peki, bana bu kadar düşmanken onun benimle gününü gün etmesi neden seni ilgilendiriyor? Bu hoşuma gitmeyen bir terim olsa da sonuçta fahişe diye adlandırılacak olan benim!”
Melis ona kocaman açılmış mavi gözlerle bakarken Cemre bir tepki vermeden Yüsraya bakıyordu.
“Kendine bu lakabı yakıştırıyorsun yani?” dedi Burcu alaycı bir gülümsemeyle.
“Bunu neden Cemre Hanım,” Hanım kelimesini bastırarak söyledi. “umursuyor anlamıyorum.”
Cemre dudaklarını içeri doğru kıvırıp dudaklarını ıslattı. Çok sakin bir hareketle yerinden kalkıp masaya doğru eğildi. Göz kontağını Yüsradan ayırmıyordu.