Dolunay Erez
1 ay sonra
Deniz’le buluşmamızın üstünde bir ay kadar bir süre geçmişti. Bu süre zarfında daha da yakınlaşmış ve sık sık muhabbet etmeye başlamıştık. Onun yanındayken kendimi inanılmaz özel ve mutlu hissediyordum. O yokken ise özlüyor ve depresif bir ruh haline giriyordum. Çağrı her seferinde ona aşık olduğumu ima etse de daha önce aşık olmadığım için bu duyguyu bilmiyor ve onu geçiştirip duruyordum.
Bunların dışında havalar daha da soğumuş ve sıcak yaz günlerini özlememe neden olmuştu. Hasta olduğum için kendime rapor almıştım. 2 gün işe gitmeyecektim. Telefonuma gelen mesaj sesiyle gülümseyerek telefonumu elime aldım.
Gece gözlü: Nasıl oldun?
Dolunay Erez: Yataktan çıkamıyorum..
Gece gözlü: Yanına gelmem sorun olur mu?
Dolunay Erez: Hayır, olmaz. Gelebilirsin.
Gece gözlü: Yarım saate oradayım.
İçimi yine bir heyecan dalgası kaplarken kendi halime yüzümü buruşturdum. Şuan berbat bir haldeydim ve birazdan Deniz buraya gelecekti. Salona kurduğum hasta yatağımda saçlarım topuz, ayıcıklı pijamalarım üstümde ve burnum kızarık bir şekilde yarı uzanır pozisyonda duruyordum.
Akan burnumu peçeteye silip artık içinden geçtiğim peçeteyi yanımdaki ufak çöp kutusuna attım. Zil çaldığında uyuşuk bir şekilde yataktan çıktım. Otomatiğe basıp ardından kapıyı açtım ve rezil olacağım anı beklemeye başladım.
Deniz her zamanki gibi koyu renk boğazlı bir kazağın üstüne kabanını, altına ise siyah kotunu ve botlarını giyinmişti. Elinde ise dolu bir poşet vardı.
Beni gördüğünde gülecek gibi oldu lakin kendini tutmak için dudaklarını birbirine bastırdı. Şuan o kadar şirin görünüyordu ki, saatlerce onu bu şekildeyken izleyebilirdim.
“Hoş geldin,” dedim kendime gelip etkisinden çıkabildiğimde. Kenara çekilip geçmesi için yol açtım. Ayakkabılarını çıkarıp eve girdi. Ardından poşeti yere bırakıp hasta olmamı umursamadan kollarını belime sardı. Bunu yapması için tabii ki eğilmesi gerekmişti. Kalbim yine deli gibi atmaya başlamıştı. Sonunda beynimle iletişime geçtiğimde kollarımı boynuma doladım.
“Hoş buldum, hasta kız.” Ses tonu her geçen gün daha da güzel geliyordu. Güzel sözler söylediği ve o güzel ses tonunu kullandığı zaman kalbim eriyecek duruma geliyordu. Ancak şuan kendime gelmeliydim. Kıkırdayıp istemeyerek de olsa ondan ayrıldım ve kapıyı kapattım.
“Poşetin içinde ne var?” merakıma yenik düşüp sormuştum. Gülüp burnuma parmağıyla vurdu hafifçe.
“Önce sana güzel bir çorba yapıp karnını doyuracağım. Sonra ilaçlarını içeceksin ve en son da ıhlamurla günü kapatacağız,” dediğiyle gülüp salondaki hasta yatağımın içine girdim. Peşimden gelip ayakucuma oturmuştu.
“Bana bakıcılık yapmak zorunda değilsin,” dedim gülerek. Yalanan kaşlarını çattı.
“Sana ne kızım. Ben yapmak istiyorum.” Çağrı’nın taklidini yaptığında ufak bir kahkaha attım. Tabi bu boğazımın acımasına kadar sürmüştü. Yüzümü buruşturup sustum.
“Pekala çakma Çağrı, benden istediğin bir şey var mı?”
“Ah, evet. Tencere ve ıhlamur yapabileceğim bir şey,” dedi gözlerini büyüterek. Bu şirin haline gülümseyip tekrar yataktan çıktım. Mutfağa girdiğimde peşimden gelmişti. Bir tane tencere çıkarıp yukarıdaki raftaki cam çaydanlığa uzanmaya çalıştım ama boyum yetmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaralı
Teen FictionDolunay Erez: Etrafındaki insanlar onun videolarını çekerken ve sesinin ne kadar güzel olduğundan bahsederken bir an için onu kıskandığımı hissettim. Bu saçma duygu ile kalbim daha da hızlı atmaya başlayınca gitar kutusuna para bırakıp seri adımlarl...