Dolunay Erez
Aşk, dünyanın en betimlendirilemez duygusuydu. Aklınızdaki tüm tanımları silerdi. "Aşk,ovaları kaplamış olan çok büyük ordulara benzer.Daha dün bütün görkemiyle orada dururken bugün bakarız,yerinde yeller eser." Diye tanımlamış mesela Henry de Montherlant. George Nathan, "Aşk, birçok kişi tarafından yaşanan, ama çok az kişi tarafından keyifle sürdürülebilen bir duygudur." Demiş. Herkes kendine göre tanımlardı aşkı. Benim aşk tanımımsa tamamen farklıydı bunlardan.
Bence aşk, gözlerini kör ederdi insanın, beynini işgal ederdi ve kulaklarını sağır ederdi. Öyle ki, nerede olursanız olun kimseyi görmez onu görürdünüz. Beyninizde onunla ilgili her şey tüm gün boyunca dönüp dururdu. Kulaklarınız ondan başka bir şeyi duymazdı. Her yerde onu görür, onu düşünür ve onu duyardınız. Aşk, sizi dünyadan alıp bambaşka bir yere götürürdü.
Bunların hepsini Deniz'de tatmıştım. O benim gerçeklerimi ve hayallerimi birbirne karıştırmıştı. Tamamen onun için çalışıyordu tüm uzuvlarım. Etrafım ne kadar kalabalık olursa olsun onu görebilirdim. Kafamın içi ne kadar karışık olursa olsun sadece onu düşünebilirdim. İsterse tüm dünya aynı anda aynı şarkıyı söylesin, ben yine onun cenneti müjdeleyen sesini ayırt edebilirdim. O sadece bana özel olandı. O benim olandı.
Benden onun olmamı istemişti. Hoş, ben zaten tüm duygularımla onundum. Kalbim onun için atarken, bedenim onun için ayakta durup yıkılmazken nasıl "hayır, olmaz" diyebilirdim ki? O benim dünyamın gecesiydi. Ben ise geceye aşık olan küçük bir kız. Yaralı olan küçük bir kız.
Deniz bütün yaralarımı sarmış sabırla iyileşmeleri beklemişti. Bana ondan önceki tüm zamanlarımı unutturmuştu. Onun aşkı o kadar güzeldi ki beni benden almış, hafızamı yerle yeksan etmişti.
"Deniz," dedim gözlerim dolu bir şekilde. Hıçkırıklarım henüz durmuştu. "Sen karşımda bana tüm bunları gözlerimin içine baka baka söylerken ve benim kalbim delicesine atarken sana nasıl hayır diyebilirim ki? Gözlerine geceyi sığdıran adam, ben zaten yanıyorum."
O an öyle güzel gülümsedi ki birden herkese kör oldu gözlerim. Derin bir nefes aldım. İyice yaklaşıp kollarını belime sardı. Sanki hemen çekip gidecek gibi hızla kollarımı boynuna doladım. Kokusu etrafımı sardı ve ben dolduğum huzur ile gözlerimi kapattım. Onun kalbini hissedebiliyordum. Benimkiyle yarışır şekilde atıyordu. Kafasını saçlarıma gömdü. Derin bir nefes aldığını duydum. Ardından saçlarıma bir öpücük kondurdu.
"Seni asla üzmeyeceğim deniz gözlüm. Asla o denizlerin taşmasına izin vermeyeceğim. Bundan sonra yaranın ne olduğunu bile unutacaksın. Söz veriyorum." Dediğinde bana ikinci sözünü verdi. Deniz insanlara kolay kolay söz vermezdi. Ne zaman kendinden emin olursa ancak o zaman bununla ilgili bir söz verirdi ve kulağıma dolan o güzel sesten ne kadar kendinden emin olduğunu anlayabiliyordum.
3 gün sonra...
Hayatımın en güzel üç gününü geçirmiştim.Deniz sevgili olduğumuz üç gün boyunca daha da naifleşmiş bana bir bebekmişim gibi hissettirmişti. Öyle ki, bana sarılırken, ellerimi tutarken ya da saçlarımın arasına kelebek öpücüklerini bırakırken her an kırılacakmışım gibi davranıyordu. Bugün onunla birlikte annem ve babamı ziyaret etmeye gidecektik. Beni aramış ve yarım saate iş yerimde olacağını söylemişti.
İşlerimiz bittiği için bütün çalışanlar kafe katında oturmuş kahve içiyorduk. Bugün yoğun bir gün olmuştu. Hepimiz fazlasıyla çalışmış haliyle de yorulmuştuk. Berke elinde telefonu gülümseyerek biriyle mesajlaşıyordu. kahvemden bir yudum alıp imalı bakışlarımı ona diktim.
"Kiminle konuşuyorsun bakalım Gözlüklü Prens?" İş yerinde en küçük o olduğu için herkes Berk ile uğraşmayı severdi. Tabi en çok da ben severdim. Kafasını kaldırıp dudaklarını büzerek bana baktı. Bu onun "sussana" deme şekliydi. Masadaki herkes kıkırdayınca göz devirip telefonunu masaya bıraktı.
"Kıvırcık Prenses, sen benim neden bunların eline düşmem için her seferinde koz veriyorsun acaba?"
"Bebeğim biliyorsun ki ablalık bunu gerektirir." dedim ve ona öpücük attım. gülerek kafasını iki yana sallamıştı.
"Ben de seni Deniz Abiye şikayet edeceğim. Görürsün sen." Hıhlayıp çenesini yukarı kaldırdı. Güldüm ve dil çıkardım. Berke'yi gerçeken de kardeşim olarak görüyordum. Bir kaç kere evlerine gidip annesiyle de muhabbet kurmuştum hatta. Annesi o kadar tatlı bir kadındı ki. Berke bütün huylarını annesinden almış gibiydi.
Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle kafamı oraya çevirdim. Deniz gelmişti. Gülümseyip ayağa kalktım ve ona doğru bir kaç adım attım. Belimi bulan kollar ile yüzüme yayılan huzurlu gülümseme her şeyden değerliydi benim. Boynumu koklayıp saçlarıma minik öpücüklerini bıraktı.
Berke'den gelen alkış ve ıslık sesleri ile ayrıldık. Deniz'in yanına gelip tokalaştı. Bana "birazdan seni şikayet edeceğim, izle ve gör" dercesine bir bakış attı. Kıkırdadım ve elimle Deniz'i gösterip buyur ettim.
"Deniz abi senin sevgilin var ya beni hep bu güzel insancıkların diline düşürüyor." Deniz güldü ve bana baktı. Omuz silkip dudak büzdüm.
"Huyudur yapar." Berke istediği sonucu alamamış olacak ki suretını buruşturup yerine oturdu. Deniz'in yanağına öpücük kondurup giyinme odamıza girip montumu giyindim ve hızlı bir şekilde yanına gittim.
"Gidelim hadi."
"Gidelim güzelim." elimi tuttu ve herkese el salladı. Onu taklit edip bende herkese el salladım. Kafeden çıktığımızda heyecanlıydım. İlk kez onu annem ve babamın yanına götürecektim. Bir arabanın önüne geldiğimizde sorarcasına ona baktım.
"Babamın. Bu günlük ödünç aldım." Anladığımı belirtircesine kafa sallayıp ön koltuğa bindim. Arka koltukta güzel bir çiçek buketi görünce gözlerim doldu. Onlara çiçek almıştı. Deniz gerçekten de sevgiyi hak eden, naif ruhlu bir adamdı.
Mezarlığa geldiğimizde ikimiz de derin birer nefes aldık. Deniz elindeki çiçeği stresten olsa gerek biraz sıktı ve elimi tuttu. Babam ve annemin mezarının önüne geldiğimizde dolu gözlerimle gülümsedim. Deniz'in elini bırakıp toprakları okşadım. Ayak uçlarına oturduğumda Deniz'de yanıma geldi.
"Anne, baba size Deniz'i getirdim. Tanıyorsunuz onu aslında. Sevdiğim ve her gelişimde size anlattığım adam. Yanınıza getirecek kadar değer verdiğim adam."
"Ne söylemeliyim bilmiyorum fakat sizlere teşekkür ederim efendim. Dolunay'ı dünyaya getirdiğiniz ve bu sebeple hayatımı güzelleştirdiğiniz için. Eğer şuanda hayatta olsaydınız ellerinizi öperdim. Size kızınız kadar güzel bir çiçek buketi getirdim. Merak etmeyin ona kendimden daha iyi bakacağım. Her ne olursa olsun asla onu üzmeyeceğim, söz veriyorum." Her kelimesinde gözümden akan damlalarla izledim ve dinledim onu. İki mezarın ortasına bıraktı çiçeği zarar vermekten korkarcasına. Bana döndüğünde ise onun da gözünün dolduğunu gördüm ve bir hıçkırık kaçtı ağzımdan.
Dayanamadan hızla kollarının arasına aldı beni. Uçacakmışım gibi sıkı bir o kadar da her an kırılacakmışım gibi narin bir şekilde sardı beni. Birbirimize sarılarak ağladık bir süre. Kendimizi toparladığımızda yavaşça ayrıldık. Omuzlarımdan tuttu ve kafamı hafifçe kaldırarak yüzüne bakmamı sağladı.
"Sana söz veriyorum güzelim annen de baban da olacağım. Sadece bir sevgili değil her şeyin olarak kalacağım. Her kötü zamanında sıkıca sarılacağım sana, tıpkı az önceki gibi. Birlikte dökeceğiz yaşlarımızı. Her iyi gününde ise yüzündeki gülümsemenin sönmemesi için elimden gelen her şeyi yapacağım. Bana inanıyorsun değil mi?" Burnumu çekip gülümseyerek kafa salladım. Ona kendimden çok inanıyordum.
Mezarlıktan çıktıktan sonra evime geldik. Birlikte yemek yedikten sonra yatağa girip uzandık. Tavanı izlerken ona bütün acılarımı anlattım. Canımın ne kadar yandığını bilmesine rağmen anlatmamı söyledi. kafamı göğsüne koyup bir yandan ağlarken bir yandan anlattım ona kalp sancımı. Sonra ben sustum o anlattı. Ona da ağladım. O gece her şey için ağladık. Sanki akan göz yaşlarımızın birbirine karışmasıyla biz de karıştık birbirimize. O geceden sonra her daim bir parçamız kaldı diğerinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaralı
Teen FictionDolunay Erez: Etrafındaki insanlar onun videolarını çekerken ve sesinin ne kadar güzel olduğundan bahsederken bir an için onu kıskandığımı hissettim. Bu saçma duygu ile kalbim daha da hızlı atmaya başlayınca gitar kutusuna para bırakıp seri adımlarl...