Sekiz

200 14 17
                                    


*

Merhaba Ozan,

Tam olarak nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Biliyorsun, çok fazla deneme yazmıştım. Ya da bir kaç sayfalık hikayeler. Ve çok fazla kitap okurdum. Okuduğum hikayelerden dersler çıkarırdım ve kendimde yazmaya çalışırdım. Demek istediğim, yazı konusunda iyiydim. Ama konu sen olunca işler karışıyor. Biliyor musun? Hâlâ öldüğüne inanamıyorum. Azra, Çağan, Sıla.. Hepsi senin öldüğünü, bir daha geri dönmeyeceğini, toparlanmam gerektiğini söylüyor. Ben de onlara bağırıyorum, kızıyorum, bazen küsüyorum ve ağlamaya başlıyorum. Sonra gelip beni sakinleştirmeye çalışıyorlar. Senin ölmediğini, sadece her zaman ki gibi bir süreliğine bizden uzak kalmak isteyip gittiğini söylüyorum. Hiçbir zaman senin için "öldü" dedirtmiyorum. Çünkü sen ölmedin. Sen sadece gittin.

Ölen bir insanın arkasından acı çekersin elbet. Ama, bir süre sonra o acı hafifler. Yine de, yüreğinin en derininde kalır. Ben bunun için "volkan etkisi" diyorum. Yani, kalbimiz bir yanardağ gibi. Acı da o yanardağın içinde ki magma. İlk önce, büyük bir patlama oluyor. Bu senin ilk gittiğin zaman. Sonra, patlamadan kalan lavlar bir süre yakıyor canını. Bu da gidişinin ardından beklemeye başladığım ilk zamanlar. Daha sonra, yanardağ bir süre aktif olmuyor. Magma en dipte uykuda oluyor. İşte bu da gidişinden sonra ki alışma evresi. En sonunda, o magma tekrar yüzeye çıkıyor ve bir patlama daha.. İşte bu da özlemin kabardığı zamanlar. Ne zaman çok fazla özlersen, en çok o zaman hissedersin acıyı.

Sen gideli on gün oldu. Murat yoğun bakımdan çıktı. Ancak hâlâ uyanmadı. Doktorlar gelip gidip ellerinde ki kağıda bir şeyler karalıyorlar. ''Yakında uyanacak.'' diyor ve gidiyorlar. Onlardan sonra da polisler geliyor ve hâlâ uyanıp uyanmadığını kontrol ediyorlar. Ben... Ben de doktor, hemşire, ya da polis görünce kaçıyorum.Çünkü, yüzüme baktıkları an birşeyler kullandığımdan şüpheleneceklerini biliyorum. O yüzden kaçıyorum.

Cebimdeki paranın son kuruşuna kadar harcamak zorunda kaldım. Mal kalmamıştı,mecburdum. Şimdi hiç param kalmadı ve ne yapacağımı bilmiyorum.

İki gün önce evine gittim. Giysi dolabındaki gizli yeri açtım. Oraya sakladığın sigaraları -ya da artık içindekiyle neye dönüşüyorsa- aldım. On taneydi ama beni idare edebilirdi. Burası gizliydi. Ama aslında sen öyle sanıyordun. Çünkü ben, seni buradan birşeyler çıkarırken takip etmiştim. Bir süre sonra da sen yokken orada neler olduğuna bakmıştım. Umarım bana kızmazsın. Çünkü sen eşyalarının karıştırılmasını sevmiyorsun.

Herneyse, seni özledim. Bu berbat hissettiriyor. Benden çok uzaktasın. Söylesene, ne zaman dönersin? Çünkü ben yoruldum. Biliyorum, henüz çok uzun zaman geçmedi gidişinin üstünden. Ama ben yoruldum, Ozan. Sakın beklemekten bıktığımı düşünme. Bu yanlış. Biliyorsun, seni sonsuza dek bekleyebilirim. Ama bu yaptığın çok bencilce. Veda bile etmeden çekip gittin. Ben bir vedayı hak etmeyecek kadar değersiz miyim senin için? Çok üzülüyorum, Ozan. Çok fazla üzülüyorum. Umarım bu acı son bulur.

Peki, sen beni özledin mi? Ne dersin, buluşmalı mıyız? Belki de yanına gelmeliyim..

Kalemi bir süreliğine defterin üstüne bıraktım. Parmaklarımı ovuşturup, kahvemden bir yudum aldım. Daha fazla kendi kendime konuşmak istemediğimden, Ozan'a yazmaya karar vermiştim. Azra'dan bir kalem ve kağıt isteyip, hastanenin kafeteryasına inmiştim. Akşam saat yedi gibiydi ama Kasım ayındayız ve hava çoktan kararmıştı. Az önce yağan yağmurdan dolayı, bahçede kalmak zorunda kalan bir çok insan kafeteryaya girmişti. Bu yüzden içerisi kalabalıktı. Boynumu biraz ovuşturup tekrar kalemi elime aldım.

YAPRAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin