Eskimiş ahşap kapının önünde dururken buraya nasıl geldiğimi çözümlemeye çalışıyordum. Kimin evi olabileceğini de kestiremiyordum. Başımda müthiş bir ağrı vardı. Kapının tokmağına vurdum iki kere o sırada kapı biraz aralandı. Çevreye bakındım, ağaçlık bir yerdeydim ve tek tük sayılacak sayıda az evler vardı. Önüme dönüp kapıya baktım.
Az daha itekleyip içeri girdim. Bomboş bir evdeydim. Genellikle beyazdı her yer. Göz alacak derecede beyaz. Yavaş adımlarla ilerledim uzun ve sessiz koridorda. İlerledikçe de kapıdan uzaklaşıyordum.
Merdivenlere yöneldim daha sonra. Parmak uçlarıma basarak çıktım teker teker. Odaların bulunduğu kata gelmiştim, koridor boyunca kapılar bulunuyordu. Devam ettim. Neden ve niye gittiğimi bilmiyordum istemsizce ayaklarım hareket ediyordu.
Diğer kapılardan daha farklı olan bir kapıda durdum. İçeriden sesler geliyordu. Sanki... Ufak bir çocuk ağlıyordu. Merakıma yenik düşerek kapıyı açtım. Kapının açılmasındaki o tok sesin ardından gıcırdayarak durdu.
Çocuk okyanus mavisi gözlerini bana çevirdi. Ağlıyordu evet, kıpkırmızı olmuş burnu ve gözleri buna şahitti. Yanına yaklaştıkça geriliyordu. Korkmuş muydu benden ? Ona zarar vermezdim ki. Gülümsedim, korkmasın diye ona zarar vermeyeceğimi anlasın diye. Durdu. Yanına gidip oturdum yatağın ucuna. Bu oda da beyaz ağırlıklıydı. Her yer bembeyazdı. Neden beyazdı ki ?
Çocuk dizlerine doladığı kollarının arkasından ürkekçe baktı bana yaşlı gözlerle.
Biraz daha yaklaşıp dokununca koluna titredi ama geri çekilmedi. Bu hareketinden cesaret alarak yatakta yanına gittim ve sarıldım."Korkma tatlım sana zarar vermem, iyi misin ? "
Belli belirsiz kafasını salladı. İyi mi kötü mü olduğunu anlayamadım. Dahada sıkı sarıldım. Ben sarıldıkça o ağlıyordu için için. Dayanamadım, Elimle çenesine uzanıp bana bakmasını sağladım.
" Kimsin sen ? Neden ağlıyorsun ? "
Soruma cevap vermek yerine çenesindeki elimi çekti. Ellerinin tersiyle yüzünü sildi. O masum güzel yüzünü... Bu yüz... Tanıdık geliyordu bana. O mavi gözler, kahverengi saçlar, küçük şirin bir burun ve kepçe olmayan ama hafif büyük olan kulaklar... Tanımlayamıyordum. Ama yakın hissediyordum.
"Adın ne senin yakışıklı ? "
Umutsuzca sorduğum sorunun ardından bana baktı tekrar. Elini uzattı, yanağıma dokundu. Dokunuşları sevgiye dönüştü avucunu dayayıp yanağımı sevmeye başladı. İçimi tarif edilemez bir mutluluk sardı. Gözlerimi yumdum. Ellerini çekince açtım.
" Seni birine benzetiyorum ama tam çıkaramıyorum daha önce gördün mü beni ? "
" Yanakların... "
diyerek cümleye başladı. Devamı gelmedi. Duraksadı biraz.
" Çok yumuşaklar... "
Sesi o kadar rahatlatıcıydıki sözünü kesmek istemedim ama oda devam etmedi.
" Kimsin sen ? "
Dedim merakıma söz geçiremeyerek. Bu tatlı çocuğun tanıdık gelmesi tuhafımsıydı. Baktı uzun uzun. İnceledi yüzümü. Sonra tekrar ağlamaya başladı.
" Unuttun beni, tanımıyorsun artık "
Söylediği sözler içime işledi kalbimi ateşlere attı. Vicdanım sızladı. Kimdi bu çocuk ? Tanıyor muydum ? Ya o beni karıştırıyorsa ?
" Hayır, unutmadım.. tanıdık geliyorsun ama tanımlayamıyorum"
Diyebildim sadece. Doğru söyledim sonuçta. İçimden geçenler bunlardı. Gözyaşlarını silmek için uzandım. Terslemedi beni. İzin verdi silmeme. Sonra hiç beklemediğim bir anda atladı boynuma. Sarıldı sımsıkı. Korkuyordu sanki onu bırakmamdan. Bende sarıldım ona. Sonra kolları gevşedi ama bırakmadı. Baktı yüzüme yine.