17- Birkaç Saat = 48 Saat

35 1 0
                                    

"Kuşku doğduysa bir kere, hiçbir söze, yanıta, davranışa inanamıyor insan. İnanmamanın içinde kayboluyor. Sorulara cevap bulunamadığında ise korku ve telaş, her şeyi ele geçiriyor.
İlk kez şüphe duyuyordum bir şeylerden... Hani buluttan nem kapar ya insan. Elde hiç bir ipucu olmadan, içsel sezgilere dayanarak büyük davayı çözüp şüphelerden isteği kaplar ya zihni, işte öyle... İçimde kuşkularla parlayan ufacık bir mum ama ufaklığına inat savrula savrula yanıyor. Değdiği dokunduğu her yeri kasıp kavuruyor.
Ardından ne geleceğini bilmesem de aklımı sürekli meşgul eden ve içimi parça parça eriten bu alevden kurtulmak istiyorum. Çünkü emin olamamak, sanmak denen şey çok daha sancılı.
Düşüncelerim durmaksızın bir uçtan bir uca zıplıyor. İnsan kendini bir şeylerden şüphe eder bulduğunda, düşünceler ne kadar çok uzağa gidebiliyormuş meğer... "



Aldatılan bir kadının duygularını anlatan bu kitapta kendimden bir parça bulmak rahatlatmıştı sanırım. Gerçekten de böyle hissediliyormuş demekki. Bir ayı aşkın süredir bunu düşünüyordum. Kitabı yan başımdaki masaya bırakıp gözlüklerimide çıkartıp üstüne koydum.

Elimi alnıma götürüp şakaklarımı ovarak gözlerimi kapattım. O nottan sonra bir ay geçmişti. Ne yapmam, nereye bakmam, kimlerden yardım almam gerektiğini bilmiyordum. En iyisi polise haber vermekti fakat tehdit edilmiştim. Kendimi günden güne tükettiğimin farkındaydım fakat elimden bir şey gelmeyince kafayı yiyecek gibi oluyordum.

"Bir bardak içersen rahatlarsın. "

Önüme koyduğu bardaktaki içkiye baktım. Günlerdir reddettiğim bardağı masadan alarak kafama diktim.

" Bu kadar hızlı olacağını düşünmemiştim doğrusu. "

Hiçbirşey demeden önümdeki manzaraya bakıyordum. Boğaziçi köprüsü altında serilen uçsuz bucaksız gibi görünen mavi denize baktım. Bir aydır çok nadir konuşuyordum zaten.

" Sadece Bulut'un ağabeyinin yanında konuşmak zorunda değilsin tatlım. Malum bizimde bir geçmişimiz var. "

Sırıtıp göz kırptığında daha fazla dayanamadım. Boş bardağı ayağa kalktığında attım. Refleksleri kuvvetliydi, bardak kırılsada yere düştüğü için kırılmıştı. Sırıtması kahkaha dönüşürken bir kez daha nefret ettim hayattan.
Zil çaldığında hemen kafamı arkamdaki kapıya çevirdim.

"Seninki gelmiş olmalı. "

Bunu demese olmuyordu sanki onu takmayarak kapıyı açtım ve karşımda Bulut'u görünce beline sarıldım.
Arkamdaki homurdanan sesleri duymazdan geliyordum. Ona ihtiyacımız yoktu bence. Gereksiz yere sohbetler kurup kendi kendine cevap verip gülüyordu. Tek işe yaradığı zamanlar özel numarayı bulmaya çalışmasıydı.

İçeri geçtiğimizde Bulut'la yan yana ikili koltukta oturmuş Ege'ye bakıyorduk.
Buzdolabından çıkardığı birkaç şeyle kendine yarım ekmek arası atıştırmalık hazırlayıp yanımıza geldi.
Ağzı doluyken konuşunca ister istemez sıkıntıyla üfledim sessizce.

"İster misiniz diye sormuyorum çünkü istemeyeceksiniz. "

" Ne var ne yok ? "

" Ne olsun iş güç işte Bulut abi"

Bulut'un sinirden gerildiğini hissedebiliyordum. Beni her saat aynı şekilde sinir ediyordu zaten. Bulut'un önce kollarımı belinden dolayıp karnına da başımı koyunca oda kollarıyla sardı kollarımı. Saçlarımla hafiften oynaması hoşuna gidiyordu.
Sanırım ikimizide sakinleştiriyordu.

"Bulabildin mi bir şeyler. "

Ege ağzındaki lokmayı yutup meyve suyundan içerken laptopu açıp bize doğru çevirdi.

BAŞ ROLÜM  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin