felaket

12 2 0
                                    

Aradan dakikalar geçmiş ben susmuştum. Sonra bana baktı. "Neden geldin?"dedi. Yüzüne baktım gözlerim hala doludoluydu. Elimden tuttu ve çadırda yürümeye devam ettik. Giderken hiç konuşamadık. Surekli burnumu çektim mete'nin intikamını yine alamamıştım. Oğlumun yüzüne nasıl bakacaktım? Ne diyecektim bana sorduğunda? Ben tüm bunları düşünürken çoktan çadıra varmıştıķ. Sonunda varmamizin verdiği sevinçle kendimi çadırda attım. Bütün 1 yıl bana hiç ses etmeseler uyuyabilirdim. Çünkü üstümde ki yorgunluğu ancak bu şekilde atabilirdim. Şuan düşmeye yorgun bir yaprak gibiydim. Biraz sessizlik ve huzur istiyordum. Sadece susalım. Yaprakların birbirine vuruşunu dinlemek, cırcır böceklerinin seslerini köpek havlamalarini dinlemek istiyordum. Çok yorgun ve bitkindim.
Çarşafları üstüme çektim. Oldukça yorulmuştum. Mustafa yanıma gelene kadar ben çoktan gözlerimi yummuştum. Derin ve deliksiz bir uykuya daldım. Ne kadar uyuduğum bilmiyorum. Ne rüya gördüm ne kabus. Sadece tüm dertlerimi unutmak istedim ve bu ancak uyumakla mümkündü. Uyandığımda çadır karanlıktı belli ki uzun süredir uyuyordum. Gözlerimi avuşturdum. Kendime gelmem biraz zamanımız aldı. Üstümü başımı düzelttim. Çadırdan dışarı kafamı çıkardığımda karşımda mustafa duruyordu. Belliki o da çadıra girecekti fakat o girmek için eğildiğinde ben kafamı çıkarmıştım. Yine bir sakarlik edip kafamızı vurmamam büyük bir olaydı. Birbirimizin gözlerinin içine bakarken ikimizde şaşkındık. Sonra onun şaşkınlığı sevgiye dönerken ben hiç bir şey hisedemiyordum. Elini yatağıma getirdi. "Seni seviyorum" der gibiydi bakışı. Aynı bakışı ona vermeyi çok severdim ama o anda hiç bir şey his edecek değildim. Zoraki gülümsedim ya da ben gülümsediğimi Zan ediyordum. Çadırdan dışarı çıktım. "Sen yemeğe git ben karargaha gitmeliyim" dedi. Kafamı sallayarak onay verdim. O hızla yanımdan uzaklaşırken ben ağır ağır yürümeye başladım. Acaba suan mete ne yapıyordu? Yemek çadırına girdim. Tabağıma çorba ve ekmek koydum. Masalarda birine sessizce oturdum. Kaşıkla biraz çorbayla oynadım. Sonra yavaş yavaş yemeğimi yiyip bitirdim. Hava kararmış olduğu için çadırda kimse yoktu. Keyifsizce Tabağımı tezgaha bırakırken aklım hala Mete'deydi. Çok koyuyordu intikamını alamamak hele gözümün önündeyken onu kaybetmem cok feci koymuştu. Ona bakabilecekken en mutlu animda kaybetmek cok agir geliyordu kalbime ve kalbim sıkışıyordu. Onu koruyamamak onu kollayamamak kollarima vurulmuş bir zincir gibiydi. Beni tutan acitan ve kollarimi kanatan. Uzgunluk benim tum bedenimi sarmış adeta kiyafetim olmuştu. Korkuyordum onu tekrar kaybetmekten hala bir umut varken onusuz yaşamaktan cok korkuyordum. Ne olurdu bir mucize olsa he? Ne olurdu? O iyilesse umut diye bir şeye hala inancim kalabilseydi. Şuan Mustafa'ya çok ihtiyacım vardı. Hem de çok. Çadırdan çıkınca tekrar nereye gideceğimi bilmiyordum. Boş boş etrafa baktım. O sırada bir sürü araba akın akın karargaha giriyordu. Ben durumu kavramaya çalışırken karargahtan sorumlu bir komutan şoförlerden birinin yanına gitti. Oldukça endişeli görünüyorlardi. Ben sessizce ve meraklı gözlerle yaklaştım. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Komutan karargaha döndü ve bir bakış attı. Gözlerinde ki endişe açıkça ortadaydı. Bana baktı. Hızla konuştu. "Herkesi uyandır! Hazirlansinlar. Karargahı boşaltmak zorundayız!" Dedi. Ve ben yine şaşkınlığın dibine vurmuştum. Ne olmuştu bir anda? Hemen etrafıma baktım. Hızla çadırlarda koştum tek tek herkesi uyandırdı. Herkes hızla toparlanirken benim de hazirlanmam gerektiği geldi aklıma. Hemen çadırına geçtim kargaşa ve gürültü içerisinde tüm eşyalarımı tekrar torba doldururken her şeyin yolunda gitmesi için dua ediyordum. Acaba Mustafa neredeydi? Diye düşmekten alikoyamadim kendimi fakat hızlı olmama gerekliydi. Zaten çok bir eşya yoktu isim bitince hemen kendimi çadırdan dışarı fırlattım. Gözlerim komutanı arıyordu fakat kargaşa arasında onu bulmam imkansız gibi bir şeydi. Bir kaç adimimi zorlukla attım. En sonunda komutanı gördüğümde insanların arasından geçip yanlarına gittim. Herkes arkadan gelmiş olan kamyonetin içine dolaşırken sanki ben farklı bir şey yapmam gerekiyormuş gibi durusumu dikleştirdim ve komutanin gözlerine bakmaya çalıştım fakat o başka işlerle meşguldü. Ama ben bekledim herkes kamyonu tıklım tıklım doldururken ben sadece etrafa bakinmakla yetindi yaklaşık 2 dakika önce bir sürü insanın yaşadığı bu yer dakikalar içerisinde terk edilmiş bir yer haline gelmişti. Her ne kadar Mustafa gelmeden gitmek istemesemde artık gitme vaktiydi. Ben de insan grubunun arasına katılırken şoförde koltuğunda yerini almıştı. Ve yine dakikalar içerisinde oradan uzaklaşmıştik. Hiç sessiz gittiğimiz yollara bakarken net olmasa da çatışma sesleri duyuluyor değildi acaba çatışma da Mustafa var mıydı? Her ne kadar onun olmasını istemesem de onun görevi buydu. Benimki de. Yine de ona bir şey olmasından çok korkuyordum.
Nereye gittiğimiz konusunda en ufak bir fikrim olmamasıyla beraber çok sıkışmıştık. Komyonete zorla sığıyorduk. Aşağıya düşmemek için kenarlara tutunmam şarttı. Taş sesleri arasında giderken bilmediğimiz yerleri geçmiştik. Taegu' da kaybolsam herhalde 9 günden fazla yaşayamazdım. Kendimi bu düşüncelerden arındırmak istedim. Mesela niye gidiyorduk? Zaten 2 gün kadar önce yeni bir yer dağılmışken neden bu kadar çabuk terk etmiştik burayı? Kafamda pek çok soru vardı. Fakat bir türlü cevap alamıyordum. Belki bu sorularda çoğu soru gibi cevapsız kalmaliydi ya da cevap almak için zamanını beklemeliydi.
Zaten hep böyle değil midir hayat? En zamansız animizda yakalar o zaman yapacağını yapar. Her şeyin bir zamanı vardır derler ya. Bu kurala herkes uyar fakat hayat asla uymaz. Sorularımıza vaktine cevap vermez ya geç ya da erken bazen tam zamanında da verir ama her zaman doğruyu da vermez ya işte. Asıl sıkıntı orada. Bizi şaşırtır gitmesi Vs. Bu listeler pek uzaltılır tabii ki ama diyorum ya işte zaman diye. Zaman var. Neyse konumuza dönmek gerekirse...

Büyük bir felaket yaklaşıyordu hem de çok büyük ama ben buna rağmen bekleyecek ve izleyeceğim

SAKURA (BİTTİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin