şey işte

6 3 0
                                    

    "Ne yaptın sen!?" Diye bağirdim ona. Şaşkınlık ve telaş içindeydim. O verdiğim tepkiye oldukça şaşırmıştı. Bana şaşkın ve anlamaz gözlerle baktı. "Ne yapmamı bekliyordun ha? Adam bana vururken ve sevdiğim kadını sevdiğini söylerken öylece duracak mıydım?" Dedi kollarını iki yana açarak. Bu hareketi en son ona Mete'nin babası olmadığını söylediğimde yapmıştı. anlaşılan yine sinirlenmişti. Ama "sevdiğim kadin" demesi bir başka olmuştu. Gülümsedi gözlerim. O ise hâlâ bana bakıyordu. "Tamam. Boşver, şuan bu ânımızı mahfetmek istemiyorum." Dedim ve ona sarılmak için yaklaştım.kollarımla onu sardığımda o da beni sarmaya başlamıştı çoktan. "Seni seviyorum komutan" dedim gülümseyerek. O da kollarını benden ayırmadan "seni seviyorum hemşire" dedi.  Gülümsedim. Onu seviyordum. "Artık geri mi dönsek?" Dedim. "Bence hazır etrafta kimsecikler yokken-" dedi ve kollarinı benden ayırip gülümsedi. "Biraz daha derinlere gidelim." Ben şaşkınlıkla kaşlarimı çatarken "ormanın yani" dedi. Derin bir oh çektim ve "bende-" diyip sustum. Sırıttı. "Sen ne sandın?" Utancımden yerin dibine girmek üzereydim. "Şsy işte" "ney?" Ağzı kulaklarındaydi ve ben daha çok utandım. "Ya" "of şey iste... anlasana..." o sırıtması ile kafasinı çevirdi ve göğsüne hafif bir yumruk vurup "ya of anladin sen işte niye beni utandırıyorsun?" Dedim gülerek. O da gülerek bana yaklaştı "çünkü seni utanırken görmeyi çok seviyorum"dedi. Tam bana yaklaşırken elimle dudaklarinı kapdım ve onu ittim. "Burada olmaz" dedim. Güldü ve "ne demek burada olmaz? Başka bir yerde olur yani?"dedi. Anlamadim. "Ney?" Dedim. Güldü ve "az önce senin kast ettiğin şey işte" kaşĺarımı çattım ve sonra anlayınca sinirle gülmeye başladı m "hayır akıllım o hic bir yerde olmaz" dedim. "Hım peki bana uyar..." dedi elimden tuttu ve ilerlemeye başladik.
   "Ben çok yoruldum" dedim.  Ve yere oturdum. Bana baktı ve yanıma oturdu. Sonra yerdeki ağac köklerinin üstüne kafasinı koydu. Ve yatti ben ona bakarken o gözlerini kapadi. Uyayacak mıydi? Yanına yattim. Ve gökyüzünü izledim.
   Bulutlar ne kadar da güzeldi. Bembeyaz.
   Bende Mustafa gibi yaptim ve uyumayi denedim.
   Uyandığımda etraf kapkaranlıktaydı ve gözlerimi açtığım gibi Mustafa hemen dibimdeydi. Kafamı hafifçe hareket ettirdim. Ve elinin yüzumün üstünde olduğunu gördüm. Elini aldım ve okşadım. Tam o sırada hareket etti ve eli belime gittim. Bir an kıkırdadım. Elini belimden çekerken bir yandan kalkmak için davrandım.saçlarımı omzumdan ittim ve Mustafa'ya baktım.onu öpmek için eğilirken o hareket etti ve uyandi. Beni görünce gülümsedi. "Gece olmuş" dedim durumu kurtarmak için. "Gerçekten mi?" Dedi romantik bir şekilde. Bir yanda yüz ifademiz değişti ve ikimizde kağkahalara boğulduk. "Herneyse komutan kalksak iyi olucak yokluğumuz hisedilmiştir. Derya makbule öldükt-" sözümü yarım bıraktım ve hüzünlendim. O yoktu Makbule yoktu. Ve o bir daha olmayacaktı.
    Dudaklarımı ısırdım. Gozlerimin dolduğunu his ettim. "O... yok... kardeşim öldü..." derken o sadece başparmaği ile yanağımı okşadı.
   "Ona kim ne yaptıysa onu bulacağız."o an gözümün önüne  o an cesedi gördüğüm o an geldi.ve bileklik. Bilekliğin onda ne işi vardı? O Derya'nin değil miydi? Derya onu görmüş müydü? Derya... bileklik diyince çok şaşırmıştı. Bilekliği ona ne zaman vermişti? Makbule yanmış mıydi?  Ne olmuştu ona? Beynim bu sorularla dolmuşken Mustafa beni bu düsunce aleminden çekip çıkardı. "Hadi gidelim" dedi ciddi bir sesle.
    Mustafa'yı çözmüştüm. O beni mutlu etmeyi seviyordu beni güldürmeyi seviyordu, fakat ben üzülünce bir şeylerden kaçmak istiyor gibiydi. Ciddileşiyordu. Belki de bir şeylerden kaçmıyorda ben ne hisedersem onu hisediyordu. Ya da ben böyle sanıyordum.
    Ayaklandı ve elini uzattı. Elini tutup ayağa kalktım. Birlikte sessizce yürümeye başladık. Kampa vardığımızda etrafta bir süru asker bir haritayı inceliyordu. Ben geldiğimiz kamyona yaklaştım ve uzanarak çadırımı elime aldim. Çadırı hala kurmamıştım. Mustafa elimden çadırı alıp kendi kuracağını söylediğinde hiç itiraz etmedim. Tüm aklım haritadaki işaretli yerlere odaklanmıştı. Saçlarına ak düşmüş Türk komutan yanindaki diğer koreli askerlere birşeyler anlatmaya çalışıyordu. Bir adim attım ve ona yaklaştım. "Hey!" Arkamı döndüğümde Mustafa eliyle gelmemi işaret ediyordu.
  
Sevmek vazgeçmektir.
   Sabah olmuş ben çadırım da öylece otururuken etrafta bir hazırlık olduğu belliydi. Kafamı dışarı uzattığimda askerlerin bir araca silah yüklediklerini gördüm. Hemen içeri girdim. Telaş tüm vücudumu kaplamışken aklımda tonlarca senaryo olusmuştu. O sırada çadırın başina iki kişi geldi ve konuşmaya başladi. İkiside korece konuşuyordu. Seslerden biri Mustafa'ya aitti. Mustafa konuşmasinı bitirip çadırın içine girdiğinde, gözlerinin içine korkuyla baktım. Gozlerim gozlerinde birşeyler ariyordu. Ama ne? "Ne oluyor?" Dedim net bir şekilde. "Önemli bir şey değil" derken elini yanağıma koymaya çalışti fakat ben kolumla engelledim. "Ne oluyor?"dedim sertçe. Bekledi. "Askerler daga dönecek. Çatışma olucak. Tahminimizce uzun bir süre dönmiycez" sanki beklediğim cevap bu gibiydi de hic şaşırmamıştım. "Ne kadar uzun?" "Haftalar, aylar sürebilir bilmiyoruz" "bende geleceğim" "hayir bununla benim tartısmasıni yapma bile""gekoyorum" derken coktan cantamı elime almıştım. "Hayır orasi cok tehlikeli" " Buranin tehlikeli olduğunu bile bile geldim! Keyif çatmaya değil , eğlenmeye değil. İyileştirmeye geldim ve bana ihtiyacınız olucak. Sen istesen de istemesen de ben geliyorum." Dedim. Sessizce durdu. "Tamam" dedi sessizce. Söyledikleri atmosfere karışırken ben gülümsedim.
     Çantamı sırtlamış üstümü değişmiştim. Haftalardir aynı kıyafetleri giyiyordum. Siyah kumaş uzun bir etek giymis üstüne kırmizi bir peleri giyinmiş saçımı alttan toplayıp kırmızı kenarinda gul olan kasket bir şapka takmıştım. İnsanlari izlerken Mustafa'yi gordum ve gri babetlerimle yanına gittim.
   Beni görünce bana uzunca bakti ve süzdü. Sonra yanıma yaklaşti ve tekrar süzdü. Galiba çok güzel giyinmiştim. 'Sen şu araca bin birazdan geliyorum." Bem sessizce gosterdiği araca giderken o hala beni izliyordu. Aracın kapısını açtim ve arka koltuğa kuruldum. Kemerimi bağlayıp sessizce onun gelmesini bekledim.  O gelince sürücü koltuğuna oturdu bana döndü. Bakti. Kemerini baģladı ve otomobili sürmeye başladi.
    Hemşire olarak sadece ben gidiyordum ve arkamda Derya'yı bırakmak bana çok ağir gelmişti. Başhekimi uzun zamandir görmüyordum. Dönüşte ona uğramaya karar vermistim. En azından su son birkaç olayı konuşmaya karar vermiştim. Konuşmamız gerekiyordu.
    Taşlı yollarla daga ilerlerken koskoca simsiyah dağa baktım. Ne çok anım varmıs meğer bu dağda diye düşündüm. Tüm anılar aklıma gelirken yavaş yavaş uçuruma yaklaşmiştik. Uçurum demişken aklınıza hangi sahne geldi? Evet aynı şeyi düşünüyoruz.
     O da aynı şeyi düşünmüş gibi dudağının ucu kıvrıldı.
     Mustafa gerçekten çabucak anlaşılıcak bir tip değildi. Onu tanımak için tanımaya çalışmak yetmiyordu. O olman gerekiyordu mustafa olman gerekiyordu. Ve ben o olmuştum o da ben. İşine çok sağdık biraz örümcek kafalıydı(eski kafalı) ona ulaşmanız için onun buna izin vermesi gerekiyordu. Evet belki "yaralarin çocuğu" değildi ama oldukça sert soğuk-ki buz gibi daha doğru olur- biriydi. Neden böyleydi bilmiyorum ama herşeyin planlı olmasını istiyordu. İpler elinden gitmemeliydi. (Çok iyi bir eş örneği değilmi sizcede?) Kontrollüydü ama sizi severse ya da sizle mutlu olmayi severse eğlenceli komik biriydi. Yani aslında Mustafa 3 adamdi. 1. Adam tanımadiklariyla iş olmayan biz adam 2. Seni hayatina alan kibar adam
3. Süde seni seven komik adam. Hemde çok güzel seven...
     Bir an ona sevgisinin karşılığını verebiliyor muyum diye düşündüm. Veriyor olmaliydim. Onu deliler gibi sevdiğimi elbette fark etmiş olmaliydı. Etmese yani nasil buralara gelecektik. Ya biz sevgili miydik?  Hala çözemiyordum sonuc olarak hiçbir çikma teklifi almamıştım bunu ona belli etmeli miydim? Aslinda bir kaç şey fark ediyordum. Onu sevtikçe... icimde gizli tuttuğum duygular ortaya çıkıyordu. Ben bir insana bu kadar kolay güvenen biri degildim mesela. Kimsenin gözüne baktığımda, kendimi o gözlerin icinde güvende his etmezdim. O beni kollarina sardıkça güvende his etmezdim. Ama Mustafa oyle miydi? Bazen beni cok gükdürüyordu. Bazen o gülüyor ben sinirleniyordum. O ben sinirlenince daha çok keyfi yerine geliyordu. Fakat ben üzgün olunca ikimizde saatlerce sadece susuyorduk. Bir şey fark etmistim. Çok bişey yaşamamıza rahmen ikimizde değişmiştik. Güzel bir değişlik aşkın belirtisiydi bu. Aşkın güzel belirtileri. Ben bunları düşünürken ağzım deli gibi kulaklarimdaydı.
     "Hayirdir neden gülüyorsun?" Dedi Mustafa merakla. "Hoşuma gidiyor" "ne?" "Aşk" güldü. "Sen neden güldün?" "Hoşuma gidiyor" "ne?" "Gülmen" dedi. "Kızman, bana bakman sarilman her şeyin hoşuma gidiyor iste." " güzel" "ne?" "Aynı şeyleri his ediyoruz tek bir farkla ben senin sinirlenmeni sevmiyorum. Sinirlenince gözün dönüyor ama hersey bir yumrukla çözülüyor. Bu inanılmaz. Sen mutlu ol o sana daha çok yakışıyor. Ayrıca beni kızdırmak da hosuna gitmesin cünkü ben sevmiyorum." " ama ben seni kizgınken cok güzel buluyorum" "hih sen benim kizgin halimi hic görmedin ki" " vay... onu da bir gün gorürüz sen merak etme" " dua et de bir gün kızdığım kişi sen olmayasın." "Umarım. O halini az çok tahmin ediyorum." "Nasıl ediyorsun?" Bir amda yüzü düştü. Dikiz aynasından gülümseyen gözlerime baktı. Bir anda benim de yüzüm düştü. Başimı eğdim. Aklına ne geldiğini anlamiştım. Mete'nin kaçırildiği gün... o gun ki halimi hatirliyordu. Bende hatirliyordum nasil unutabilirim ki? Oğlumu o halde görmek...
    Anne olmak nedir bilir misiniz?  Hani anne olunca anlarsin derler ya... olamayabilecekler icin anlatayım. Sen bir cansin. Canının icinde 9 ay bir can taşiyorsun. Onun yaşama gelmesini sağlıyorsun. Sonra onun büyüyüşüne kendin şahit oluyorsun. O çocuk senin aynan oluyor. Seni örnek aliyor. Sana anne diyor. Bu harika mukemmelin otesinde bir şey. Hani anlatilmaz yaşanır derler bu zamanda iste tam da o! Senin ellerinde besledigin o çocuk bir anda hayatında çıkinca neye uğradığını şaşırıyor insan.
     Gözlerimi yine dolduğunu his ettim güclü olmalıydım. Güclü bir kadın olmalıydım. Güçlü bir anne... "o iyileşecek" dedi Mustafa tekdüze. "Biliyorum ama sesini duymak istiyorum." " sarilmak istiyorum" "sarilacaksın" "sarilacağım" dedim inanarak.
    Dağ da eski konaklama yerimize varmıştık. Bir kaç asker hala cephede düşmana bırakmamış bekliyorlardı. Kendi aralarinda eskileri yad ediyorlardi. Mustafa arabayı durdurunca arabadan indim. Yavaş yavaş askerlere yaklaştim. Karşı cephe boş değildi. Eğilerek askerlerin yanına gittim. "Çocuklar" diye fısıldadim. Beni aninda tanidilar. Aralarinda bir kaç tane yeni asker vardi. 2 asker bana sarılirken " özlemişiz be abla" dedi. İkiside benden küçuktü. 22 yaşındaydilar. Surekli mektup getirmemden vs. Beni cok iyi taniyorlardi.
      "Nasılsıniz?" "İyiz abla da siz neden gediniz?" " bende bir süre buralardayım sizi yanlız birakamam" " o harikaymış ama sen şimdi guvenli bölgeye dön burasi tehlikeli" kolunu ovdum ve "biliyorum ama vatan görevi teklikeli olur bunu bile bile gelmedik mi buraya? Her şey güzel olacak. Her şey olmasa da bir şeyler güzel olacak çocuklar..."  gülümsedim. Gulumsediler. "Hadi size kolay gelsin benim islerim var"
     Dikkatlice yanlarindan uzaklaştım ve Mustafa 'nin yanına geldim. O da bir şeylerle uğraşiyordu. Beklerken kalçamı arabaya yasladim. Ellerimi koynumda kavuştururken gözlerim karsi cepheyi tarıyordu. Bir hareketlilik vardi ama ne? Gozlerimi kıstım. Yavaş yavş gordüğüm şeyle doğruldum. Bir iki adim attiktan sonra iyice emin oldum. Bir keskin nişancı bizi hedef almiştı. Gözlerim fal taşı gibi açılırken , gözlerimi nişancıdan ayirmadan kolumla mustafa'yı tutmaya çalıştım. "Mustafa" "bir dakika" o ise karşisinda ki komutan ile konusmaya devam etti. "Mustafa!!!" "Miray bir durur musun?" "mustafa!!!" Diye daha gur bir şekilde bağirınca döndü ve işaret parmağım ile gösterdiğim yere baktı ve tüfek ateş aldı. "Miray!!!" Diye bağırırken beni önünden çekmek istedi ben ısrarla önünde durdum ve beni sonunda itiklemeyi başardığında arkadaki komutan yere atlarken onu da yere itti. Böylece kimseye kurşun gelmesede bem o an olaylarin farkında değildim. Gözlerim boş boş etarafa baķinırken çatışma sesleri ardı ardina yükseldi. Ama kulağimda gittikçe artan ve koyulaşan bir ses vardı. Si notasına benzeyen tiz bir ses.  Ve gittikçe arttı. O sırada, mustafanın beni kendine çekio bir şeyler söylediğini fark ettim elbette duymuyordum. Kollarimdan tutmuş beni yerde sarsarken gözlerimi kıstım ve dediklerini anlamaya çalışırken, ne olduğunu anlamadan gozlerimi yumdum. Nasil yumduğumu bile bilmiyorum. 


eni kaybetmekse sevmek
Varsin beter olsun
Böyle sevginin canı cehenneme!
   
    

Yıl 1920
     Olayin üstünden 2 gün geçmisti. Ve iki gündur evde miray ve kardeşi dışında kimse yoktu. Miray kardeşinin saçlarını okşadı. Onu kafasindan öptü. Kalbalik etrafa koşarken beşiği kırmıştılar. O da örtülerden bir yatak yapmıştı. Kardeşini yatağa bırakırken sessizce mırıldandi. Doğruldu ve kırık cama baktı. O anda aklına adamın cama yapışıp yardim etmesini istemesi geldi.
     Olayların nednini hâlâ anlamamıştı. Ama aslında olaylar bizzat onun ailesini ilgilendiriyordu. Miray'ın annesinin ölümü anne tarafını cok üzmüş ve durumdan Hayrettin bey sorumlu tutulmuştu. Bunun üzerine sokağa gelen aile bağırıp çağırmış mahalleli sinirlenip kavga çıkarmıştı. Silahlar alev alınca tüm mahalle birbirine girmişti. Olayın arasında daha önceden kavga eden aileler tekrar kızgınlaşmış ve herşey iyice b** olmuştu. Polise uzayan iş sonucunda mahallede bu iki kız kardes dışında kimse kalmamıştı. Mutfağa gidip kırık dökük yerleri izledi. Halası olmadıği için yemek yoktu.  aldığı bir ekmegı iceri götürdu küçük parçalar kirip kardeşinin agızina koydu.

Rüyamda bile beni yalnız bırakma olur mu?
     Uzun kirpiklerini birbirine vurarak yavaşça açtı. Gözlerini açtığında bembeyaz tavana baktı. Eliyle yataktan destek alarak kalktı. Bir eli hâlâ yataktayken diğer eliyle alnını okşadı. "Nerdeyim ben?" Diye söylenirken ayaklanmaya çalıştı. Üstündeki upuzun bembeyaz etek ile bluza baktı. Neyin nesiydi bunlar? Pencereye yaklaştı ve bordo perdeleri araladi. Dışarıda birsürü çocuk oyun oynuyordu. Kapının açıldığinı hisedip hizla arkasına döndü. İçeri uzun boylu bir adam girdi. "Hayatım? Uyanmışsın. Hadi gel kağvaltı hazır." Ne dediğini anlamaya çalışir gibi kaşlarını çattı. Bu adam kocası mıydı?  Kafasını kaşıdı. Ne oluyirdu böyle. Sonra her şey yerli yerine geldi. Hızlıca kollarını adamın boynuna doladı. "Tamam, geliyorum birtanem."
     O sırada "anne!" Diye bir ses duyuldu. Pencerenin kenarına  yaklaştı. Bir kız çocuğu, ve bir erkek elindeki bez bebeği çekiştiriyordu. "Anne müslüm bebeği bana vermiyor!"  Miray gülümsedi. "Müslüm! Niye kız oyuncaklarıyla oynuyorsun ver kardeşine!" Diye bağırdı. Meryem zafer kazanmış gibi bez bebeği havaya kaldırırken Miray gülümsedi. 
      Miray ve Mustafa merdivenlerden inip alt kattaki mutfağa indiler. Sofra harika görünüyordu! Sigara börekleri, menemen, sucuklu omlet! Ve dah neler neler! Miray diliyle dudaklarını yalarken "of enfes gözüküyor! Bunlarin hepsini sen hazırlamış olamazsın!" Dedi. Mustfa güçlü kollarını ona doladı. "Dıt! Yanlış bildin ben yaptım!" "Hadi canım!" "Tamam belki biraz yardım almış olabilirim" dedi. Ve içeri giren minikler kendi aralarinda kıkırdadı. "Anne biliyo musun? Babam böreği kesmeden dümdüz saracaktı!" Onlar kendi aralarında gülerken, mustafa dudaklarını ısırdı ve Miray, ona kızmış gibi gözlerini kıstı. "Seni gidi haylaz seni" derken yanağına bir öpücük kondurdu. Cocuklar hemen annelerinin yanına üşüşüp "bende bende!" Diye bağırdılar. Miray kıskanc çocuklarina bakarken güldu ve egikip hepsini tek tek öptü. "Tamam hadi bakalım yemeğe!" Dedi. Birlikte masaya otururlarken miray hemen bir börek aldı. "Hımm. Beklediğimden daha iyi" dedi.
     Masanın sonundaki 3 servis tabağını eline aldı. İçlerine güzelce yemeklerden doldurdu. Tabakları çocukların önüne birakırken Mete'ye baktı. Mete ne kadar büyümüştü.  Nerden baksan 10 yaşlarındaydı. Mustafa menemenin tadına bakarken "he bu arada minikler-" "ben minik değilim" diyen meteye cevap olarak "evet öylesin" dedi ve devam etti. "Saçınızı kestirmeye gidicez. Önce Meryem'i kuaföre götürücez o saçla daha fazla yeri silmeni istemiyorum" dedi. Sonra Meryem dudaklarını büzüp kalçalarından bile aşaği sarkan kıvırcik saçlarina baktı. Saçları düzleşince daha da fazla uzuyordu. "Meryemin saçlarını kestirdikten sonra kuaförün hemen kenarindaki berbere gideceğiz. Sonra size bir ekmek arasi ismarlayacağım tamam mı? He bir de Mete,dersine çalış oğlum ögretmeninden mesaj geliyir haberin olsun" dedi. " hemen yetiştirdi dimi?" Diye sordu mete. "Sence?" Diye cevap verdi Mustafa.
     Yemeklerini bitirdikten sonra onlar evden ayrılırken tekrar yatağına çıktı bugün ona tatildi. Kendini yatağına bıraktı. Kenarindaki kitabı aldı. Odaklanamayınca yerine koydu. Ve bir anda alt kattan sesler gelmeye başladı. "Mustafa!?" Ses gelmiyordu. Aşağı indiğı sırada elinde bıçak tutan bir silüet gördü. Ve uyandı her şey bir rüyaydı.

SAKURA (BİTTİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin