Bahçede aklımdan bir sürü hain planlar geçerken, izleniyormuş hissine kapıldım. Sanki çevremden birisi geçiyordu hızlıca.
"Kim var orda?!"
Diye bağırdım boşluğa. 'Kim var orda?' sorusu aslında birini bulmayı ümitlendiği için sorulan bir soru değildir, kendine 'bak gördün mü hiç bir şey yok.' diyip rahatlamak için sorulan bir sorudur.
Ağaçların orda bir karaltı gördüm. Hemen oraya gittim. Karaltı önümde koşmaya başladı. Bende arkasından koşmaya başladım kalp atışlarım hızlanırken. Korkuyordum çünkü onun ne olduğunu bilmiyordum. Neden takip ediyordum onu bile bilmiyordum.
Hızlı hızlı koştuk. İşlek bir caddeye geldik. Burayı bilmiyordum ama tek bildiğim şey kanlı yüzüm, kanlı eşofmanlarım ve kan damlayan saçlarımla herkesin dikkatini kolayca çekiyordum.
Karaltının peşinden koşmaya devam ederken, birden ara sokağa döndü. Arkasından gittim. Ama yoktu. Boş çıkma sokakta nefes seslerim duyuluyordu ve bu gerilimi ikiye katlıyordu. Şimdi kalbim çok hızlı dövüyordu göğüs kafesimi.
"Bir gün seni bulacağım. Anlıyor musun? Seni bulacağım! "
diye bağırıp eve dönüş yoluna gittim. Gecenin karanlığında ilerlemeye başladım.
----
Duş alıp yatağımda bacaklarımı kendime çekip kahve içerken bugün olanları düşündüm.
Çok şey yaşamıştım. Önceki Delmon'a günü göstermiştim, sonra da ne olduğunu bilmediğim bir şeyin peşinden gitmiştim.
O karaltı kötü bir şey olabilirdi. diye geçirdim aklımdan.
Belki cin bile olabilirdi.
Telekinezi yapıyorsam, cin görmek olası olamaz mıydı?
Başka bir şey de olabilirdi ama kendimi korkutmayı kesmeliydim. Yoksa gerçekten, sonum akıl hastanesinde olabilirdi.
Kahvem bitince mutfağa indim. Bardağımı koydum ve acıktığımı hissettim. Buzdolabını açıp içindekileri incelemeye başladım.
"Lexi bunlar ne?"
Sesin geldiği yöne döndüm. Annem endişeli bir şekilde elindeki kanlı kıyafetlerimi gösterdi.
İşte şu anki gerilimim, sabah ne olduğu belirsiz bir şeyi kovalamaktan daha kötüydü. Buna 'anne olmak' denir.
Şimdi ise söyleyeceğim en iyi yalanı söylemeliydim.
"Anne onlar..."
Cümlemi bitiremeden kapı çaldı. Bir şey demeden gidip kapıyı açtım. Nelson'dı. İçeri girdiğinde mutfaktaki annemin yerinde yeller esiyordu. Sadece kanlı kıyafetlerimi yere bırakmıştı. Büyük ihtimalle yatak odasına gitmişti.
"Lexi, sizin eve geliyordum. Seni görmek istedim. Ama bahçedeki kan izlerini görünce endişelendim."
Tamam, her şeyi geçtim de neden beni görmek istemişti ? Bu işte bir gariplik vardı.
Nelson'un kolundan sürükleyip odama çıkarttım. Kollarımı göğsümde birleştirip 'anlat' bakışları attım.
"Kitapçı için yeni mallar gelmişti. İki haftadır geliyor. Onun için işlek bir cadde var. Oraya gidiyordum. O caddede kitapların stoklandığı bir yer var. Oraya doğru giderken kanlı eşofman takımınla seni gördüm. Koşturuyordun ve çok hızlıydın. Ama neyin peşinden koşturduğunu göremedim. Malları kitapçıya indirince hemen yanına geldim. Ne oldu ?"
"Ne zamandan beri sana hesap veriyorum? Bak seni ilgilendirmez."
"Kanlı eşofmanlarınla ortalarda geziyorsun ve bahçede kan görüyorum."
" Bak Nelson, sen benim hiçbir şeyimsin. Benim özel hayatım seni ilgilendirmez. Abilik taslamayı kes, aynı yaştayız. Ayrıca 'sevgilicilik' de oynamıyoruz."
"Bu 'sevgilicilik' ya da abilik taslamak değil. Sadece merak ettim ve sahiplenme duygusu."
Kaşlarımı çatıp kapıyı işaret parmağımla gösterdim. O kimdi ve bana nasıl hesap sorardı?
Sinirlendiği yüz ifadesinden belli olurken, odadan çıktı ve kapıyı çarptı.
Bana az yardımı dokunmamıştı, hep yanımdaydı belki de ; ama bu kadarı fazlaydı.
Yatağıma oturup düşünürken odamın kapısı açıldı. Nelson geri geldi sanarak hızlıca ayağa kalktım. Tam bağırmak için ağzımı açmıştım ki karşımdaki annemdi. Hiç vakit kaybetmeden söze girdi.
"Lexi senin için endişeleniyoruz. Hadi her şey tamam ama kanı nasıl açıklayacaksın?"
"Karışma bana. Anlatabiliyor muyum? Karışma. Kimseyi istemiyorum yanımda. Zaten Nelson benim hiçbir şeyim. Sana da açıklama yapmayacağım. Şimdi git !"
Bunu demiş olabilir miydim? O benim annemdi. Tek ailem. Ona nasıl böyle şeyler söyleyebilirdim?
"Hepsi onun yüzünden oldu. Yoksa,Lexi sen eskiden böyle değildin. Baban gittiğinden beri..."
" Sakın ! Sakın bir daha baba kelimesini kullanma. Kimse yüzünden değil bu halim. Bu benim dünyam, benim hayatım ve bırak da istediğim gibi yaşayayım."
Başka bir laf etmedi. Ama gözleri dolmuştu.
Bunu yaptığıma inanamıyorum.
Ağlamak üzereydi ve odamdan çıktı. Böyle bir durumda yanına gidip özür dilemem gerekirdi ama yapmayacaktım.
Telefonumu ve bir miktar para alıp odamdan çıktım. Belki bir süre evde olmasaydım, belki daha iyi olabilirdi. Sakinleşmeliydim. Derin bir nefes vererek dış kapıdan çıktım.
Nereye gittiğimi bilmeden yürümeye başladım. Nereye gittiğimi bilmeden gidiyordum. Canım nereye isterse...Zaten özgürlük de bu değil miydi ? Canının istediğini yapmak. Kimse karışmadan.
Bu düşüncelerle yürürken, bir anda sessiz bir sokağa geldiğimi fark ettim. Kimse yoktu. Uğuldayan cırcır böcekleri hariç. Ay da sanki bana bakıp bakıp rezilliğime gülüyordu. Eskiden dolunay çıkınca kurt adamların geleceğine inanırdım. Korkup yatağıma saklanırdım. Şimdi ise meydan okurcasına dışarıdaydım. Ve ilk defa ay sinirimi bozmuştu.
Sağıma soluma baktım. Tam karşımda dikenli tellerle örtülmüş bir yer vardı. Tellerin üstünde kuru kafa resmi vardı. Ve eskiden ' Tehlikeli ' olan bu yazı , şimdi h, e ve l yazısı kalmış bir de i harfinin noktası silinmişti.
Hell
Cehennem
Tesadüf olduğunu sanmıyordum. Ben tesadüflere inanmam. Birisi bilerek yapmış olmalıydı.
"Hey."
Sesle birlikte arkamı döndüm. 5 sokak serserisiydi.
Al sana özgürlük.
dedi iç sesim.
Şimdi de canının istediğini yapabiliyorsan yap bakalım.
Bölümler yavaş yavaş ortaya çıkıyor :D Ama daha olaylara çok var. Boşa ümitlenmeyin :D Bu arada Aybüke'ye yardımları için teşekkür ederim. Ah sen olmasan...Bu arada yazarınızın TEOG 'u var. Aralar uzayabilir ama emin olun , beklediğinize değecek.
Bol telekinezili günler...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TELEKİNETİK
Fantasy''Bir kitabın hayatımı değiştireceği, aklımın ucundan geçmezdi. Aslında kitabı alırken uyarılmıştım. Bir şey tarafından, uyarılmıştım.'' Tam da umudunu kaybetmek üzereyken...